26 Nisan 2008 Cumartesi

DESTANIN SIRRI



DESTANIN SIRRI
Yusuf SEZER
Çanakkale'den geçerek, İstanbul'a ulaşma dolayısı ile İslam dinini son kalesi olarak gördükleri Devlet-i Aliyye ’ye (Yüce Osmanlı Devleti) son verme düşüncesi batılların zihinlerini her zaman meşgul etmiştir. I. Dünya Savaşı'nda bu fırsatı yakaladıklarını sanan İngiliz ve Fransızların önderlik ettikleri Batılılar 3 Kasım 1914 tarihinde Çanakkale'de belirdiler. Düşman denizaltılıları ile yapılan ilk girişimler, Türk topçu bataryalarına yakalanır. İlk atışlarda Düşman donanmasına ait denizaltılar batırılır, sonrasında işin ciddiyetini anlayan düşman kuvvetleri büyük savaş gemileri ile günlerce Türk bataryalarını ve mevzilerini bomba yağmuruna tutarlar. Az imkânlara rağmen Türk topçu bataryaları destansı bir mukavemet gösterirler. Akıllı manevralarla düşman gemilerini şaşkına çevirirler. Savaşın dönüm noktalarından biri hiç kuşkusuz mukavemetimizin en zayıf olduğu anlardan birinde Nusrat Mayın Gemisinde bulunan bir avuç kahraman Türk denizcisinin sulara döşediği yerli yapımı mayınların düşman gemilerini hallaç pamuğu gibi atması olmuştur. Bir diğer mucize Seyit Onbaşı'nın 276 kilo çeken gülleyi tek başına namluya sürerek bir düşman gemisinin bacasına (kazan dairesi) isabet ettirerek, boğazı düşman filosuna dar etmesi ile Çanakkale Boğazının gemilerle geçilemeyeceğini dosta düşmana göstermesidir. Boğazı gemilerle geçemeyeceğini anlayan düşman kuvvetleri, bu defa karaya asker çıkararak şanslarını denemek isterler. Ama bu kez karşılarında yüzyılın askeri savaş dehası olan Mustafa Kemal vardır. Anafartalar Kahramanı olarak adını tarihe yazdıran Mustafa Kemal, emrindeki Mehmetçiklerle savaşın seyrini değiştiren kişilerdendir. İngilizlerin söylemi ile "Bir tümenle muharebenin gidişini değiştiren mukadderatın adamı" Batılıların aldıkları bu yenilgiyi uzun yıllar unutmayacaktır.
Çanakkale Savaşları 1916 yılının Ocak ayında sona erdi. Türk Ordusu resmi rakamlara göre 211 bin şehit vermişti. Bu 211 bin kaybın, 100 bine yakınının okumuş-yazmış bugünkü tabir ile aydın kesimden olması ileriki yıllarda Türk İstiklâl Savaşında ve sonrasında Türkiye'nin en çok ihtiyaç duyduğu etkenlerden biri olacaktır. Zira ülkede neredeyse aydın olarak vasıflandırılan insan kalmamıştır. Genç Cumhuriyet bunun sıkıntısını çok çekmiş; hatta kilit noktalara etnik azınlıktan aydınlara görev vermek zorunda kalmıştır. Düşmanın kaybı ise 300 bini geçiyordu. Savaşın can kaybı yanında siyasal ve iktisadi birçok sonucu olduğu malumunuzdur. Misal siyasal anlamda dünyanın seyrini değiştiren sonuçlar doğurmuştur. Rusya'nın yardım alamaması ve Bolşeviklerin (Komünizm) eline geçmesi; Rusların boğazları alma ve sıcak denizlere inme hayalinin suya düşmesi; Bulgarların İttifak kuvvetlerinin savaşı kazanacağını düşünüp, bu terkibe (grup) katılması; diğer Balkan devletlerinin hatta İtalya'nın bir süre daha "bekle-gör siyaseti" gütmesi; Osmanlı Devleti'nin, Balkan savaşları ile zedelenen uluslararası saygınlığını tekrar kazanması; İstanbul hükümetinin iktidarını sağlamlaştırması; İngiltere ve Fransa'nın saygınlıklarının büyük zarar görmesi; "Güneş batmayan imparatorluk" olarak kabul edilen İngiltere'nin, denizlerdeki üstünlüğünün sona ermesi; İngiltere'nin sömürgeleri olan Avusturya, Yeni Zelanda gibi ülkelerin kendi milli siyasetlerini dillendirmeye başlamaları; Dünya üzerinde yeni haritaların çizilmesi; Japonya'nın, İngiltere'ye sırt çevirmesi; Avustralya, Yeni Zelanda gibi ülkelerle savaş sonrasında dostluk ilişkilerinin gelişmesi; Batı kamuoylarında, Türklerin barbar olduklarına yönelik propagandaların hüsranla sonuçlanması; Siyonistlerin, savaşta yaptıkları yardımların ödülü olarak, İsrail devletinin kurulmasına yönelik söz almaları; Arapların, savaşın kazanılması üzerine Osmanlı'ya olan güvenlerini ve bağlılıklarını devam ettirmeleri; Başta İslam ülkeleri olmak üzere, dünya halklarının Türklere hayranlık duymaları; Devlet-i Aliyye’ nin dünya siyasetinden çekilirken tarihe son bir altın sayfa eklemesi; Mustafa Kemal' in siyasi ve askeri anlamda devlet kademelerinde ilk defa ağırlığını hissettirmesi; Osmanlı Devleti'nin içerisindeki bazı kişilerin Mustafa Kemal'i ön plana çıkarmaya başlamaları; Anadolu'da "Kemal Paşa" efsanesinin doğmaya başlaması; Osmanlı Devleti'nin asli unsuru olan Türkler arasında milli kimlik olarak, Türklük şuurunun yükselmesi; payitaht ve hilafet merkezi olan İstanbul'un düşman eline geçmesi önlenerek, hem Türklerin hem de dünya Müslümanlarının gururunun ve haysiyetinin kurtarılması; bir yerde Türkiye Cumhuriyeti'nin temellerinin atılması; Sömürgeciliğe (emperyalizm) karşı, dünya halkları arasında bir başkaldırı bilincinin doğmaya başlaması (Türk İstiklâl Savaşı'nın kazanılmasıyla da birçok ülkede bu bilinç, eyleme dönüşmüş tür. Misal Cezayir'de, Ömer Muhtar, Hindistan'da, Gandi, Mısır'da, Nasır hareketi bunların belli başlılarıdır.) Savaş süresince, neredeyse tamamına yakını Batılıların olan 139 ticaret gemisinin Karadeniz'de mahsur kalması; Rusya'nın, iktisadi anlamda çökmesi; Batılı ülkelerde gıda sıkıntısı çekilmesi; Savaşın, neredeyse iki yıl daha uzama sı, bunun da taraf olan devletlere büyük külfetler yüklemesi; diye giden misallerin ana gerekçe Mehmetçiğin "Çanakkale geçilmez!" düsturudur.
Tarih boyunca büyük zaferlere imza atmış olan Türklerin savunma savaşı yaptıkları pek görülmemiştir. Gerektiğinde geri çekilip, uygun zamanda daha güçlü bir şekilde saldırmak temel felsefe olarak göze çarpar. Kısacası Türkler, genelde taarruz eden taraftır. Bunu da "Nizam-ı Âlem" adına yaparlar. Kavram değişse bile, hem Gök Tanrı inancında hem de İslam'ın kabulünden sonra bu böyledir. Plevne ve Akka savunmalarını yapan Türklerin, en güçsüz oldukları bir dönemde (Zira artık Osmanlı Devleti'nin sona yaklaştığı belli olmuştur.) tarihin en büyük savunma savaşlarından birini icra etmeleri; üstelik bunu da başarıyla sonuçlandırmaları, neredeyse 150 yıldır saldıran Batılıların birden bire afallamalarına da sebep olmuştur. Bunu istiklâl Savaşı yıllarında Türk ordusunun karşısına çıkmayarak da belli etmişlerdir. Tâbi bu durumda, olan Yunanlılara olmuş; Anadolu kaplanının öldürücü pençesiyle feleğini şaşırmış, zavallı bir tavşan durumuna düşmüşlerdir. Sonrasında Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulmuş, Türk'ün narası yedi düvelin ensesinde yankılanmıştır:
"Türk'e kefen biçmek kimin haddine!" Bu naraya eşlik edenlerden ve şehitlerimizden Allah razı olsun ruhları şad olsun.

Hiç yorum yok: