30 Ocak 2008 Çarşamba

KELEBEK KANATLARINDAKİ SIRLAR



KELEBEK KANATLARINDAKİ SIRLAR
Doç.Dr. Arif Sarsılmaz-Ali Kılıç
Bahar geldiğinde kırlara çıkıp tabiatı temaşa ederken, rengarenk çiçeklerin birinden kalkıp diğerine konan kelebeklerdeki zerafet. renk cümbüşü ve mükemmel uçuş tekniği karşısında insanın bu harika sanat eserinin Sanatkârı'nı düşünmemesi hiç mümkün müdür?
Yaklaşık olarak 150.000 kadar türü olduğu tahmin edilen ve güzelliklerinden dolayı birçok meraklısının koleksiyon yapmak için topladığı böcekler âleminin bu alımlı yaratıklarının üzerinde sergilenen ince sanatlar ressamlara, uçuş mühendislerine, termostat imalâtçılarına, haberleşme uzmanlarına, kamuflaj üstadlarına ve insanın meşgul olduğu daha birçok sanatlarda çalışanlara hem ilham kaynağı olmuş, hem de onların hayret ve takdirlerini toplayarak Yaratıcı'ya karşı imanlarını artırmıştır.
Üzerinde bu kadar ince ve hassas sanatları gösteren kelebeğin en dikkat çekici yönü kanatlarıdır.
Kelebeğin kanatlarını süsleyen göz alıcı desenler, kanadın alt ve üst yüzünde birbirinden farklıdır. Basit gibi görülen bu desen farklılığının aslında hayvan için hayatî önemi vardır. Kelebek bir yere konduğunda kanatlarını, dik duran bir kitap gibi kapatarak birbirleriyle çakıştırır ve böylece sadece kanatların alt yüzleri gözükür. Fotoğraflarda da görüleceği gibi alt taraftaki şekil ve desenler üsttekilere nazaran çok daha kompleks (karmaşık) dir. Buradaki noktalar ve dalgalı çizgiler, kanatların belirgin şeklini gözlerden gizleyen bir kamuflaj elbisesi desenini meydana getirerek, komandoların arazide gizlenmesi gibi kelebeği de çalılar üzerinde dinlenirken kuşlardan gizlemektedir (Resim5, 6, 10, 15).

Ancak bunun da istisnaları vardır; meselâ 1 nolu resimde görülen kelebek dinlenirken kanatlarını kapatmaz; fakat bu türün kanatlarının üzerindeki görüntü ters olduğu için hiç de kelebek gibi gözükmez. Peki, herşeye rağmen bir kuş tarafından farkedilen ve saldırıya uğrayan kelebek için hiçbir kurtuluş çaresi yok mudur? Araştırmaların gösterdiğine göre kanatların renk ve desen özellikleri son anda yine kelebeğin imdadına yetiştirilecek tarzda çizilmiş. Kelebek saldırıya uğradığı anda hemen kanat çırpmaya başlar. Kanadın bir alt yüzü, bir üst yüzü peş peşe kuşun gözünün önünden geçince, İki taraftaki farklı renk ve çizgiler birden bire kuşun beyninde bir idrak yanılması ve dolayısıyla bir şaşkınlık meydana getirmekte ve bu fırsattan istifade eden kelebek hemen yeni bir yere saklanabilmektedir (Resim 1, 2, 7, 9).
Fotoğraflarda gördüğümüz diğer kelebeklerde ise kamuflaj elbisesinin bulunmadığı gibi aksine çok göz alıcı renklerle bezenmiş olmaları, onların zehirli olduklarını bildirmek içindir. Böylece kuşların dikkatini çekmekte "ben zehirliyim, sakın dokunmaya kalkma!" diyerek kendisine yapılacak saldırıyı baştan ikaz ederek engellemektedir.

KAYNAK: Milius, B, Susan; "The Ups And Downs Of Butterfly Wings", International Wildlife, Vol. 23. No. 3, May-June 1993. ss. 36-38

TOHUM DAĞITIMINDA KARINCALARIN ROLÜ



TOHUM DAĞITIMINDA KARINCALARIN ROLÜ
Recai Yılmaz

Karıncaların vazifelerinden biri, çevreye bitki tohumlarının dağıtılmasıdır.
Bitkiler, tohumlarını uzağa ve daha geniş sahalara dağıtabilmek için çeşitli mekanizmalarla techiz edilmiştir. Bazıları, hayvanların yardımına ihtiyaç duyarlar. Meselâ, bazı tohumların yapılarında tutunabilme özelliğini veren kancalar ve çengeller vardır. Bu sayede, kürklü hayvanların ve kuşların tüylerine geçici olarak tutunurlar. Bu tür taşınmaya ''ectozoochory'' denir.
Biyologlar, karıncaların tohum dağıtımındaki rolünü ve değişik mekanizmaları yeni yeni tanımaya başlıyorlar. Aslında, karıncaların yaptığı tohum dağıtımı, Antarktika hariç diğer bütün kıtalarda yapılmaktadır. 60'tan fazla familyaya mensup 3000'in üzerinde çiçekli bitki türünün tohumlan bu yolla dağıtılmaktadır. Bu tür dağıtımda, bitkiler ve dağıtımı yapan karıncalar arasında her iki tarafın da yararına olan bir alış veriş (mutualism) söz konusudur.
Karıncaların tohumları taşıması, çok ince ve hassas bir şekilde plânlanmış mükemmel iki yolla gerçekleşir. Birincisinde, tohumlar karıncalar tarafından yenmek üzere yuvalarına taşınırlar. Karıncanın burada bitki neslinin devamını düşünerek tohumlan uygun yere getirme gibi bir gayesi yoktur; fakat yanlış yere bırakılmaları veya düşürülmeleri neticesi, uygun şartların sağlanması hâlinde tohumlar gelişirler. Bu yolla, karıncaların düşürmeleri veya yanlış yerleştirmeleri neticesi gelişen tohum sayısı, karıncaların yediğinden çok daha azdır. Bu durumda karıncalar kendilerine daha çok fayda sağlarlar. Yani bu şekilde taşıma, daha çok bir tohum kıyımı veya tohum avı olup, mutualism değildir.
İkinci yol ise, ilim adamlarının asıl merakını celbeden, oldukça değişik ve diğerlerinden çok daha mühim bir taşımadır. Burada bitkilerin, "elaiosom" adı verilen tohuma bağlı yağ ihtiva eden yapılar üretmeleri gerekir. Elaiosomlar karıncaları çeker ve bunun neticesi karıncalar elaiosomla beraber tohumu da yuvalarına taşımış olurlar. Daha sonra karınca yuvasındaki topluluk, besin ihtiyaçlarını gidermek için tohumun elaiosom kısmını yer ve özüne zarar vermeden çevreye bırakır. Karınca İle tohumu taşıtmak isteyen bitki arasında karşılıklı faydaya dayanan mutualism münasebeti vardır ki buna "Myrmecochory" (myrmex=karınca, chory=dağıtım) denir.
Myrmecochory üzerinde ilk defa, İsveç Uppsala Üniversitesi'nde botanikçi olan J.R. Sernander tarafından yapılan "Avrupa Myrmecochores Araştırması" 1906'da basıldı. Sernander çalışmalarında birçok değişik bitki türü kullandı ve karıncaların özellikle elaiosomlu tohumlan seçtiklerini gördü. Elaiosomlar, Carex bitkisinde yumurtalığı (ovary) çevreleyen bürgü (brakt) dokusundan gelişirler. Ayrıca çiçekli bitkilerin, diğer yapılarında da elaiosomlar oluşturduğu bilinmektedir. Elaiosomlar, bitkilerle beslenen böcek ve diğer tehlikelilere karşı koruyuculuk vazifesi yapan, biyokimyevî yapı bakımından değişime uğramış ve karıncalar için besin ihtiva eden bitki dokularıdır.
Elaiosomlar, oldukça değişime uğramış büyük kofullar veya besin bakımından zengin karışımlarla dolu zarla kaplı bölgeler ihtiva ederler. Münih Üniversitesi'nden Andreas Bresinsky, myrmecochorlar üzerinde geniş bir araştırma yaptıktan sonra, elaiosomların değişik yağlar, yağ asitleri ve hayvanların ihtiyaç duyduğu diğer genel besinleri taşıdığını tesbit etti. Bu ise, karıncalar için ehemmiyetli bir besin kaynağı demektir.
Karıncaların çoğu hem diğer böceklerle, hem de toprak üzerindeki bitki parçalarıyla beslenirler. Elaiosomlu tohumlar kimyevî olarak hayvan dokularına benzerler, bu yüzden karıncalar bunlara yönelirler. Bu tohumlara, karıncaları celbederek aldatabilmeleri için, kimyevî olarak hayvan dokularını taklit edebilme kabiliyeti de verilmiştir.
Ayrıca elaiosomlar, karıncaların tohumları toplama ve yuvaya taşıma davranışını başlatan bazı uyarıcılar ihtiva edebilir. 'Avrupa Menekşesi'nin (Viola odorata) elaiosomiarında, 1, 2 diolein (polar bir yağ bileşiği) isimli özel bir kimyevî madde tesbit edildi. Benzer bir yağ, iki Avustralya çalısının (Acacia myrtifolia ve Tetratheca stenocaraga) elaiosomlarında da keşfedildi. Elaiosomlar, karıncaların yaratılıştan sevk-i ilâhî olarak genetik programlarına yerleştirilmiş daha başka davranışlarını da açığa çıkarabilir. Meselâ, "oleik asit" in bazı karıncalarda ceset taşıma davranışını uyardığı bilinmektedir. Muhtemelen bu maddeyi ihtiva eden elaiosomlar, bu sebeple karıncalar tarafından taşınmaktadır.
Karıncalar tarafından taşınan tohumlar, ilkbaharın ilk döneminde olgunlaşır. Ölü böcekler, karıncaların birinci dereceden besin maddesidir ve yazın böcek yoğunluğunun arttığı döneme oranla ilkbaharın bu ilk dönemlerinde popülasyonları çok daha azdır. Baharda olgun elaiosomlar taşıyan bitkiler, kendi aralarında tohumlarını taşıtma bakımından birbirleriyle daha az rekabete girdiklerinden daha avantajlıdırlar. Besin toplayan karıncalar tarafından taşınma şansları da yaz veya sonbahardakine nisbeten daha fazladır. Bu açıdan erken olgunlaşan elaiosomlu tohumlar için daha fazla yaşama şansı vardır denilebilir.
Karınca türlerinin bir kısmı, tohumları yavruları i-çin taşırlar. Dağıtımı yapan kanncalar, tohumlan yuvalarına taşıyarak, burada yavrular için faydalı olan elaiosomunu ayırırlar ve larvalarını beslerler.

NİÇİN KARINCALAR?
Aslında myrmecochorların bulunduğu bölgeler, başka grup böceklerin de yaşadığı ortamlardır. Fakat dağıtımın tesirli olarak gerçekleşmesi, tohumların yeterince uzağa ve zarar verilmeden taşınmasını gerektirir. Onun için sadece, besini bulduğu yerde yemekten ziyade yuvasına taşıyan ve cemiyet halinde yaşayan böcekler bu iki önemli husûsiyeti sağlayabilir. İşçilerin günlük vazifeleri, yuva etrafını temizlemek ve besin maddelerini larvalara yedirmek üzere yuva içine taşımaktır. Dolayısıyla karıncaların bu tür bir sosyal davranış sergileyecek şekilde yaratılmış olması, onları başarılı ve uygun bir tohum dağıtıcısı olmaya önceden hazırlamıştır.
Son çalışmalarda gerçekleştirilen bir dizi arazi ve laboratuar tecrübeleri, tohumların cazibesinin, taşıyıcı karıncalara nasıl tesir ettiğini ve bir bitki çeşidi neslinin verimliliğini nasıl artırdığını günyüzüne çıkardı:
1. Karıncalar tarafından yapılan tohum dağıtımında birinci temel fayda, o bitkiye ait yaşama bölgesinin genişletilmesidir. Dolayısıyla karıncalar, bitkilerin yeni bölgelerde yayılmalarını mümkün kılar. Hayat sahası genişleyen bir bitki için ise bu yaşama çevrelerinden bazılarının ileride bozulması neticesi yok olma riskini azaltır.
2. Karıncalar ayrıca tohumu ana bitkiden uzağa taşıyarak çimlenme ve rahat büyüme şansını artırırlar. Böylece ana bitki gölgesiyle, fidan devresinde tohumun gelişimini engellememiş olur.
3. Filizlenen tohuma yapılan bu yardımdan başka, kanncalar tarafından taşınan tohumlarla, değişik bitki türleri arasındaki hayatta kalma yarışına da müsbet yönde tesirde bulunulur. Meselâ, Handel yaptığı bir deneyde üç "Carex" türünü kullandı. Aynı vasatta yetişen bu üç Carex türünden yalnızca biri myrmecochordur. Karıncalar elaiosomlanndan dolayı, myrmecochorlu olan Carex türünün tohumlarını yuvalarına taşıdılar. Dolayısıyla, myrmecochorlar karınca yuvalarının bulunduğu yerleri çevrelemiştir ve bu bitkiler, filizlenen diğer Carex türleriyle yer, ışık, besin ve diğer temel kaynaklar için yarışmaz
4. Tohum ve filizlerin yıpranması hususunda bitkiler arasındaki yarıştan daha ehemmiyetli bir faktör de, tohum avcılığıdır. Kuşları ve kemiricileri de içine alan birçok hayvan türünün temel yiyecek kaynakları tohumlardır. Ayrıca çeşitli salyangoz türleri de tohumlar için zararlıdır. Dünyanın değişik yerlerinde yapılan araştırmalar göstermiştir ki karınca yuvalarına taşınan bu tohumlar, en azından bazı avcıların tehlikesinden korunabilmektedir.
5. Tohumların karınca yuvalarına taşınması, tohumları öldürücü sıcaklık ve çalı yangınlarından da muhafaza eder.
6. Karıncalar, yuvalarını ormanda ve genellikle toprağın üzerinde yükselen çürük ağaçlara kurarlar. Bu tür yapılar, ilkbaharda meydana gelen sellerde hem karıncalar için, hem de tohumlar için uygun birer korunma mekânıdır.
7. Karınca kolonilerine, aynen diğer hayvanlarda ve insanlarda görüldüğü gibi Yüce Yaratıcı (cc) tarafından bahşedilen çöp toplama alışkanlığı verilmiştir. Filizlenmekte olan tohumlar ve filizler, bu çöplerin arasına yerleştirilmiş olmaktan faydalanabilirler. Organik atıklar, bitkilerin gelişiminde kritik rolü olabilecek çok miktarda besin ihtiva ederler. Organik maddelerin seviyesi, azot, potasyum ve fosfor karınca yuvalarında ve çevrelerindeki topraklarda daha fazladır. Böylece insanoğlunun ancak zekâsıyla çözebildiği bitki çimlenmesi ve gelişmesine ait birçok problemin çözümü, hiçbir şeyden haberi olmayan bitkinin ayağına kadar, yine herşeyden habersiz karıncalarla getirilmiş olur.
8. Karınca yuvasının içindeki ve çevresindeki toprağın diğer fizikî özellikleri de, aynca filizlenmelerdeki başarı şansını artırarak, bitkinin hayatta kalmasına yardımcı olur. Üzerinde gezindiğimiz toprak içinde bizim farkında olmadığımız, karıncalar ile bazı bitkiler arasındaki bu sırlı ve her iki tarafın da faydasına olan alış verişteki hassas ve mükemmel mekanizma, hem toprağı, hem karıncaları, hem de bitkileri çok iyi tanıyan ve onlara sözü geçen sonsuz bir Kudret'in eserinden başka birşey olabilir mi?

KAYNAK
- T. E. Weir-C. R.Sioching-M. G. Barbous-T. L. Rost, Botany, John Wiley R Sons. Inc., Singapure 1982.
MERAK ETTİKLERİNİZ İÇİN TIKLAYIN

YUVA ASALAKLARI -GUGUK KUŞU-


Yuva Asalakları
YUVA ASALAKLARI Mustafa ATALAR Kültür ve Turizm Bakanlığı Başmüfettişi

İbret gözüyle bakabilenler için dünyadaki diğer canlıların yaşamlarında sayısız dersler vardır. Özellikle kuşların hayat macerası ibretlik olaylarla doludur. Dünyada kuşları inceleyen “ornitoloji” adlı bir bilim dalı bile mevcut. Bizler, maalesef pek çok alanda olduğu gibi bu alanda da oldukça geri kalmışız. Halbuki Rabbimiz: “Üstlerinde kanatlarını aça-kapata uçan kuşları (hiç) görmediler mi? (Mülk:19) buyurarak, bizden ibret nazarlarımızı kuşlar üzerine de çevirmemizi emrediyor. Öyleyse biz de gücümüz yettiğince, bu emre de uymaya çalışarak, yönümüzü kuşlar tarafına çevirelim, bakalım neler görebileceğiz. Bu yazımda, ibretlerle dolu “ornitoloji” bilim dalının verilerinden yararlanarak, benim de baharı müjdeleyen sesleriyle büyüdüğüm gugukkuşlarının çok ilginç üreme ve çoğalma alışkanlıklarından söz etmek istiyorum. Ilıman ya da sıcak iklim bölgelerinde yaşayan göçmen gugukkuşları ilkbaharı müjdeleyen ötüşleri kadar, “yuva asalağı” olmalarıyla da ünlüdürler. Bu kuşlar, yumurtlamak ve yavrularını büyütmek için kendileri yuva hazırlamazlar. Yumurtalarını başka kuşların yuvalarına bırakırlar ve yavrularını onlara beslettirip büyüttürürler. Gugukkuşları, görünüş ve uçuş tarzı olarak atmacaya benzerler. Uzun ve sivri kanatlı, uzun kuyruklu, iyi uçucu, oldukça da büyük boy bir kuş olmalarına rağmen böcekçildirler ve özellikle tırtıllarla beslenmeyi severler. Afrika’nın çeşitli bölgelerinde kışladıktan sonra, mart-nisan aylarında kuzeye ve Avrupa’ya göç ederler. Üreme mevsimi geldiğinde, dişi guguk kuşu çevreyi dolaşarak yumurtaları için uygun yuvalar ve bakıcı ana babalar aramaya başlar. Dişi guguk kuşu, gözüne kestirdiği kuşların yuvalarını iyice gözetledikten sonra, 10-12 yumurtasından her birini bir ötücü kuşun yuvasına bırakır. Bunun için yuvanın boş kaldığı bir zaman aralığında yuvaya konar, yuvadaki yumurtalardan birini yiyerek veya çalarak imha ettikten sonra yerine kendisi bir tane yumurta bırakır. Yumurtasının rengini ve büyüklüğünü de yuva sahibi kuşunkine benzetir. Ev sahibi kuş, çoğu zaman bunu kendi yumurtası sanır. Gugukkuşu, yumurtasını bıraktıktan sonra da zaman zaman yuvayı kontrol etmeyi ihmal etmez. Eğer yuva sahibi kuş, bir yırtıcı kuş tarafından avlanır veya şiddetli bir fırtına ile yuva bozulursa, yumurtasını hemen oradan alıp başka bir yuvaya bırakır. Gugukkuşu, iri vücutlu olmasına rağmen, yumurtası küçüktür. Gerektiğinde gugukkuşu onu boğazında da taşıyabilir. Gugukkuşu yavrusu, 12 gün sonra genellikle üvey kardeşlerinden önce doğar. İlk dört gün gözleri daha açılmamış ve tüysüzdür. Gugukkuşu yavrusunun ilk işi yuvanın esas sahibi kuşun öz yavrularını ve yumurtalarını yuvadan aşağıya atmaktır. Üvey ana-baba yuvada yokken, akrobatik hareketlerle yumurtadan yeni çıkmış veya henüz çıkamamış üvey kardeşlerini tek tek yuvadan atar ve sonunda yuvada tek başına kalır. Yuva sahipleri yumurtalarının yok olmasının ve öz yavrularının yuvadan aşağı düşüp börtü böceğe yem olmasının nedenini bir türlü anlayamazlar. Belki de olan biteni, kendi yavrularının beceriksizliğine, zayıflığına, acizliğine bağlarlar. Bu gafil ana babalar, kendi yuvalarının altında kırık yumurta kabukları arasında kimisi can çekişen, kimisi canhıraş feryatlarla başlarına gelen uğursuzluğu haykırıp son bir gayretle seslerini öz ana babalarına duyurmaya çalışarak onları imdada çağıran, kimisi de çoktan ölüp parçalanmış ve üzerlerine türlü türlü haşerat üşüşmüş öz yavrularından habersiz gugukkuşu yavrusunu kendi yavruları sanarak büyütme telaşındadırlar. Kimbilir belki de, bu iriyarı, farklı ve kendi cinslerinden daha güzel ve yakışıklı buldukları yavruyu Allah’ın kendilerine bir lutfu olarak kabul ediyorlardır. Bu yavru o kadar hızlı büyür ki daha üç haftalıkken üvey anne babalarından daha iri hale gelir ve küçük yuva ona dar gelmeye başlar. Üvey ana baba, kendilerinden kat kat büyük olan, onlara hiç benzemeyen, her geçen gün daha da farklılaşan bu yabancı ve azman yavruya haftalarca hem de iyice zorlanarak böcek ve tırtıl taşımaya devam ederler. Bir türlü bu yabancı yavrunun bir yuva asalağı olduğunu, esas yavrularının acımasızca onun tarafından öz yuvalarından atıldığını, çektikleri zahmet ve emeklerin kendilerine de, türlerine de hiçbir faydasının olamayacağını anlayamazlar, ya da anlamak istemezler. İşin ilginç yanı, gugukkuşu gidip başkasının yuvasına, hem de o yuvadakilere benzer bir yumurta bıraktığı halde, yumurtasından başka bir şey değil, yine bir guguk kuşu yavrusu çıkar. Bu yavrular, tamamen yabancı ellerde yetiştikleri, kendi öz ana babalarını hiç görüp tanımadıkları, onlar tarafından bakılıp eğitilmedikleri, görülüp gözetilmedikleri halde; sonunda yine de tam anlamıyla bir guguk kuşu olurlar, her şeyleriyle gugukkuşu özellikleri ve karakterleri gösterirler. Kendilerini bakıp büyüten üvey ana babalarına şeklen hiç benzemedikleri gibi, onlardan huy ve karakter de almazlar. Gugukkuşu yavruları, aşağı yukarı altı haftalıkken ergenleşirler. Ergen hale geldiklerinde, hiçbir minnet hissi duymadan, asalağı oldukları yuvayı da bozup dağıtarak terk ederler ve eş aramaya çıkarlar. Tabii eşlerini, kendilerini besleyip büyüten kuşların cinsinden değil, gugukkuşlarından seçerler. Oldukça geç doğan gugukkuşu yavruları bile, olgunlaşır olgunlaşmaz, kendi türü kuşlar çoktan göç etmiş olsalar da, eylül ayı sonlarında üvey ana babayı ve asalağı oldukları yuvayı terk ederek güneye doğru kanat açarlar. Tek başlarına olsalar da, iç güdüleriyle binlerce kilometrelik yolu kat ederek Büyük Sahra’yı aşıp, Afrika’nın tropikal ormanlarına, ergen guguk kuşlarının yanına giderler. Gugukkuşları, genelde çilardıcı, çitserçesi, incir kuşu, çitkuşu, ak kuyruksallayan gibi ötücü kuşların yuvalarını kullanırlar. Bütün kuşlar, yuvalarında kendi yavruları yerine yabancı kuşların yavrularını besleyip büyütecek kadar fark ve temyiz kudretinden yoksun değildirler. Aksine bu tür aptal ve gafil kuşlar diğerlerine oranla çok daha azdır. Ama gugukkuşları, yumurtalarını bırakıp, yavrularını büyüttürecekleri aptal, fark ve temyiz kabiliyetinden yoksun kuşları arayıp, bulmakta çok mahirdirler. Nesillerini ve varlıklarını bu becerileri sayesinde devam ettirirler. Kuşların çoğu, gugukkuşunun veya yabancı bir kuşun yumurtasının üstünde asla kuluçkaya yatmazlar ve başkalarının yavrularını da beslemezler. Yuvalarına bir yuva asalağı dadandığını anlayan uyanık kuşlar, bu yabancı yumurtayı hemen fark ederler ve onu derhal yuvalarından atarak, kırarak, götürüp bir yere gömerek yok ederler. Hatta bazı kuşlar, belki de başkalarına nesil yetiştirme, yabancılara hizmet etme endişesine kapıldıkları için olacak, mevcut yuvayı terk ederek daha güvenli bir yuva kurmayı bile tercih ederler. Bazı kuşlar da, yumurtayken fark edemedikleri yabancı yavruyu, yumurtadan çıktıktan sonra bakıp büyütmek bir tarafa, yaşatmazlar bile. Örneğin; benim doğduğum yerde, küçüklüğümde komşumuzun oğlunun, karga yuvasından tavuk civcivi aldığını hatırlıyorum. Nasıl yaptığını sorduğumda bana, karga yumurtalarını alarak yuvaya tavuk yumurtaları koyduğunu, civcivlerin çıkma zamanı gelince, daha yumurtalar çatlarken civcivleri aldığını, eğer civcivler çıkmadan yetişemezse, bunların kendi yavruları olmadığını gören kargaların hemen bu civcivleri öldürüp yuvadan aşağı attıklarını anlatmıştı. Yine bir dostumdan dinlemiştim: Onların memleketine de yazın leylekler gelirmiş. Leylekler eşlerine çok sadık ve zeki kuşlarmış. Ağaçlara, çatılara, bacaların tepelerine yuvalarını kurarlar, her sene gelir aynı yuvayı tekrar onarırlar, burada yavrularını büyütürlermiş. Köy halkından birisi, bir gün evinin yakınındaki yuvadan leyleklere fark ettirmeden leylek yumurtalarını alıp, yerine tavuk yumurtaları koymuş. Köylü komşu, “Yapma, etme, yazıktır, günahtır!” dedilerse de adam kulak asmamış. Bir sabah köy, yüzlerce leyleğin bu yuva etrafında toplanıp “laklaklak” sesleriyle bağırıp çağırışlarıyla uyanmış. Meğer yumurtalardan leylek yavrusuna hiç benzemeyen civcivler çıkınca ortalık karışmış. Yuvadaki civcivlerin ve dişi leyleğin etrafında dönen tartışma saatlerce sürmüş. Sonunda başta baba leylek olmak üzere bütün leylekler bir olup dişi leyleğin üzerine üşüşmüşler ve hem dişi leyleği, hem de civcivleri gagalayıp öldürmüşler. Korkusundan ve üzüntüsünden ne yapacağını bilemeyen adam, en sonunda herkese ibret olacak çok acıklı durumlara düşmüş. Köylüler de adamın başına gelenleri bu olaya bağlamışlar. Kuşlarla ilgili hikayelerin sonu gelmez. Ama kıssadan hisse odur ki; sahte benzerliklere asla kanmamalıdır. Gugukkuşu yumurtasından, gugukkuşundan başka bir şey çıkmaz. Her kuş kendi cinsiyle uçar, konar, göçer. Fark ve temyiz sahibi olmadıkları için kendi yavrularıyla gugukkuşu yavrularını ayırt edemeyen, kendi yavrularının gugukkuşu yavrularınca öz yuvalarından atılarak heder edilmelerine göz yuman ana babalar, en sonunda emekleri boşa gitmiş, herkes tarafından kınanıp alaya alınmayı, gagalanmayı hak etmiş, yuvaları darmadağın olmuş bir halde elleri koyunlarında müflis ve acınacak bir hale düşmeye mahkumdurlar. İnsanların da çoğu insan yiyicidir. Bu gibilerin hatır sayması, saygı ve sevgisi tuzağa konmuş yemlerden başka bir şey değildir. Gerçek dostlarla, sahtelerini ayırt edemeyenler, dost görünüşlü düşmanlarının yalan sözlerine, yapmacık tavırlarına, hile ve desiselerine kanarak dostlarının elini bırakıp düşmanlarının elini tutanlar tez zamanda yüzüstü kapaklanır, tepetaklak olur, yuvarlanır giderler. Kimsesizlik bile yanlış adamlarla dostluktan çok daha iyidir. Allah cümlemizin basiret ve ferasetini artırsın, sonumuzu hayırlara tebdil eylesin! Yazar: Mustafa Atalar

BÜYÜLEYEN KAR TANELERİ


BÜYÜLEYEN KAR TANELERİ
Kar, yalnızca çocukları sevindirip trafiği zorlaştırmakla kalmıyor, aynı zamanda havayı da temizliyor. Bugüne kadar 6 bin değişik şekli tespit edilen kar tanecikleri, oluştukları ortamın sıcaklığı doğrultusunda şekilleniyor. Alman meteoroloji hizmetleri basın sözcüsü uwe wesp’ in verdiği bilgiye göre, tipik altı ayaklı kar tanecikleri, bulutlardaki sıcaklığın sıfırın altında 12 ila 22 derece arasında olması halinde meydana geliyor. Rusya da olduğu gibi çok düşük sıcaklıklarda, kar taneleri bir toplu iğne şeklinde yeryüzüne düşerken, içinde geçtikleri hava katmanlarının sıcaklık ve nem oranlarına bağlı olarak şekil değiştirebiliyor. Çok soğuk havalarda toz şeklinde yağan kar, sıfır derece dolaylarındaki havalarda büyük parçacıklar oluşturarak lapa lapa yağıyor. Kar kristalleri, düşüş sırasında birbirlerine kenetlenerek, giderek daha büyük tanecikler oluşturabiliyor. Kar tanecikleri, yeryüzüne doğru yolculuklarında havadaki birçok zararlı maddeyi de içlerine alarak yollarına devam ettiklerinden, havayı tarayarak temizliyorlar. Almanya’da bulunan frauenhof atmosferik çevre araştırmaları enstitüsü basın sözcüsü jürgen hahn, kar taneciklerinin, havadaki partikülleri yakaladığını, örneğin pas ve nitrik asit partiküllerini veya denizden havaya sıçrayan tuz taneciklerini içine alarak, havayı bu maddelerden temizlediklerini bildirdi. Kar, aynı zamanda bitki ve hayvanları dona karşı koruyor. Kar tanecikleri arsında biriken hava, kar tabakasının adeta bir manto görevi üstlenmesini sağlıyor. Kar tabakası, izole edici özelliğiyle gerek bitkileri, gerekse hayvanları soğuğa karşı koruyor. Yeni yağan karın oluşturduğu bir tabaka, en tesirli izole maddesi oluyor. Çünkü bu karın içindeki hava oranı yüzde 90’ a ulaşıyor.

29 Ocak 2008 Salı

BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ ?




BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ

Çocuklar baharda daha fazla buyuyor.


ödemeli telefon konuşmalarının çoğu babalar günündeediliyor.


ortalama bir pire, kendi büyüklüğünün 150kati yüksekliğe zıplayabiliyor. bu oranı tutturmak içinbir insanin yaklaşık 30 metre zıplaması gerekli.


insanlar vücutlarında 300 adet kemikle doğuyorlar amayetişkin olduklarında bu şayi 206 ye düşüyor.


her dört Amerikalıdan biri mutlaka televizyonda görünüyor.


uyurken, televizyon seyrederken yaktığımızdan dahafazla kalori harcıyoruz.


kelebekler ayaklarıyla tat alırlar.


sarışınların esmerlere göre daha fazla sacı vardır.


yıllara göre ortalama alındığında , her sene eşeklertarafından öldürülen insan şayisi uçak kazalarındaölenlerin sayısından daha fazla.


kadınlar erkeklere oranla iki kat fazla göz kırpar.


insan vücudundaki en güçlü kas dildir.


gözleri acık tutarak hapşırmak imkansızdır. i


nsanlar beyinlerinin sadece %10`unu kullanırlar.


filler zıplayamayan tek memelidir.


elektrikli sandalye bir dişçi tarafından icatedilmiştir.


bir karıncanın koku alma yeteneği en az bir köpeğinkikadar gelişmiştir.


amerikan havayolları, uçuşlarda yolculara sunduğukahvaltılarda her tepsiden bir zeytini kaldırarak 1987yılında 40 bin dolar kar etmiştir. y


etişkin bir ayı, bir at kadar hızlı koşabilir.


atların insanlardan 18 tane fazla kemiği vardır.


fareler kusamaz.


hapşırdığınız zaman, kalbiniz de dahil olmak üzerebütün vücut fonksiyonlarınız bir an için durur. tok sawyer daktiloda yazılan ilk romandır.


hamamböcekleri yaklaşık olarak 250 milyon yıldıryasadıkları halde hiçbir değişime uğramamışlardır.


gözlerimiz hiçbir zaman büyümez.


ama burnumuz vekulaklarımızın büyümesi asla sona ermez.


kediler ültrason seslerini duyarlar.


zürafaların ses telleri yoktur.


İngiltere`deki bütün kuğular kraliçenin malidir.


kutup ayıları solaktır.


Amerika`da satışa sunulan ilk CD, Bruce springsteen`in"boan in theusa" albümüdür.


bir karınca kendi ağırlığının elli kati ağırlığıkaldırabilir.


timsahlar dillerini dışarı çıkaramazlar.


zürafa 35 cm uzunlukta siyah bir dile sahiptir.


yunuslar bir gözleri acık uyurlar.


kangurular geri geri yürüyemezler.


mexico city her sene 25 cm kadar batıyor.


buckingham sarayı`da 602 oda bulunuyor.


yeni Zelanda, dünyadaki her turlu iklimin yaşandığıtek ülke.


Peru `da hiç umumi tuvalet yoktur.


Newton, yer çekimi kanununu fark ettiği zaman 23yasındaydı.


dünyada insan basına düsen karınca şayisi bir milyon.


sağ elini kullanan insanlar sol elini kullananlaragöre ortalama dokuzyil daha fazla yasıyorlar.


bir biç Mac hamburgerin ekmeğinde ortalama 178 adetsusam bulunuyor.


bir insan yasamı boyunca iki yüzme havuzunu dolduracakkadar tükürük salgılar.


bugüne kadar bilinen en ağır böbrek tası 1.36 kg.


dünyanın en hızlı büyüyen bitkisi bambu, bir günde 90cm kadar uzuyor=.


18 şubat 1979 yılında sahra çölüne kar yağmıştı.


insanlar yaşamları boyunca altı filin ağırlığına eşitmiktarda yiyecek tüketiyorlar.


dünyanın en büyük seker ihracatçısı Küba`dır.


Eskimo dilinde kar yağışlarının farklarını tarif etmekiçin kullanılan yirmiden fazla sözcük vardır. en yakın oldukları noktada, Rusya ve Amerika`ninebirbirlerine uzaklıkları dört km `den daha azdır.


central park`ta yüzmek yasalara aykırıdır.


kirli kar, temiz kardan daha kolay erir.


Suudi Arabistan`da hiç ırmak yoktur.


Monakocun ulusal orkestrası ordusundan daha geniş birkadroya sahiptir.


zürafalar yüzemez.


ortalama olarak, Amerika`da günde uç adet cinsiyetdeğiştirme operasyonu gerçekleşmektedir. insan beyninin % 80`i sudur.


Amerika`da her saat 40 kişi kanserden hayatinikaybediyor.


bir kromozom bir genden daha büyüktür.


ileri doğru bir adim atıldığında, insan vücudundaki 54kas çalışır.


insan beyninin ortalama ağırlığı 1.3kg`dır.


birinin yüzünü hatırlamak için beynin sağ tarafıkullanılır.


yetişkin bir insan günde ortalama olarak 23 bin keznefes alır.


kasları yukarı kaldırmak için 30 kası hareketegeçirmek gerekiyor.


erkekler kadınlara göre on kat daha fazla renk koruoluyorlar.


sadece bir tane kovboy filmi kadın yönetmen tarafındançekilmiştir


penguen yüzebilen ama uçamayan tek kustur.


sineklerin beş gözü vardır.


baykuş mavi rengi görebilen tek kustur


bugüne kadar bilinen en ağır böbrek tası 1.36 kg.


ortalama bir insan hayati boyunca iki yılını telefondakonuşarak harcıyor.


ortalama bir buzdağının ağırlığı 20 milyon ton.


Virginia woolf kitaplarının çoğunu ayakta yazmıştır.


Pablo Picasso, parasızlık çektiği gençlik günlerindeyaptığı resimler yakarak ısınırdı.


sığırların dört tane midesi vardır.


HAYVANLARIN ZEKASI


HAYVANLARIN ZEKASI

Yapılan araştırmalar tavuk, koyun vb. çiftlik hayvanlarının sanıldığı kadar akılsız olmadıklarını kanıtlıyor. Bu hayvanların insanlar gibi kıskançlık ve sevgi duygularına sahip olduklarını gösteriyor.
Araştırmalara göre hayvanların duygu ve zekası hakkında elde edilen bulgular şöyle;

KOYUN: 50 Koyunun ve en az 10 insanın yüzünü iki yıl boyunca hafızalarında tutabilirler. Yüz ifadelerine tepki verirler, gülen insanları severler.

TAVUK: Niyetleri ve beklentileri vardır. İnsanları birbirlerinden ayırt edebilirler. Köpek ve atların hızıyla yönlerini bulabilir, kapı açma gibi hareketleri öğrenebilirler.

BALIK: Üç saniyelik hafızaya sahip oldukları şeklindeki yaygın inanışın aksine zekalarını kullanabilirler.

DOMUZ: Kendi çıkarları için diğer hayvanları kandırmak konusunda karmaşık planlar yaparlar.

PAPAĞAN: Zeka düzeyleri 5 yaşındaki bir çocukla karşılaştırılabilir. İki farklı nesne gösterildiğinde renk, şekil ve doku farklılıklarını dille anlatabilirler.
Esentepe Web Sitemizi Ziyaret Ediniz

BUNLARI HİÇ DÜŞÜNDÜNÜZ MÜ?


BUNLARI HİÇ DÜŞÜNDÜNÜZ MÜ?

Aşağıda hayatınızın yönünü ve yolunu bulmanızı sağlayacak bazı sorulara yer verilmiştir. Lütfen bu soruları okuyun ve en çok hoşunuza giden 1 tanesini işaretleyin. Sonrada o seçtiğiniz soruya cevap teşkil eden bir sayfalık bir makale yazın. Haftada bir bu işlemi farklı seçeneklerle aynı şekilde deneyin. Bu uygulama kişisel gelişiminiz için inanılmaz derecede yararlı bir çalışmadır. Hayatınızı anlamlı ve kontrol edilebilir hale getiren her uygulama gibi bu uygulamada yapılmaya değer...

Senin diğer insanlara göre daha iyi yapacağın işler neler?
10 yıl sonra nasıl bir hayat yaşıyor olacaksın?
Senin için önemli olan sürekli artan hızla konuşmak mı, yoksa daima birilerini geçiyor olmak mı?
Kendini kötü hissetmen için yapman gerekenler nelerdir? Ve hemen kendini kötü hissetmen için kaç türlü yol bulabilirsin
Kendini başarılı sayman için neler olmalı? Hayatta başarılı olup olmadığını nasıl anlayacaksın?
Başarılı olmayı bir mücadele olmaktan çıkarıp, yaşam biçimi haline nasıl dönüştürebilirsin?
İçinde yaşadığın toplumun senden beklentileri nelerdir?
Hayatta öğrendiğin en önemli ders hangisi?
Beyninin nasıl çalıştığını beynine öğrettin mi?
Bugün daha iyi bir hayat kalitesine ulaşmak için ne yaptın?
Bugün hayatının temel amaçlarına ulaşmak için ne yaptın?
Bugün yaptıkların 5 yıl sonra seni nereye götürecek, sen nerede olmak istiyorsun?
Kesin olarak başarabilecek olsaydın: yarından itibaren neler yapardın?
Hayatta başına gelen tüm olumsuz durumları kendi lehine olacak şekilde kullanmayı ne kadar sürede öğrenebilirsin?
Kesin, net ve tam olarak kim olmak, neler yapmak, nasıl bir hayat yaşamak istiyorsun? Bu istediğini ne kadar zaman içerisinde, hangi bedeller karşılığında, nasıl elde edebilirsin?
Elindeki kaynaklar neler? Bunların en etkili şekilde nasıl kullanabilirsin?
Hayatını düşün ve cevapla:
* Hayatında neler oluyor, neden böyle oluyor?
* Neler olmasını istiyorsun, neler oluyor?
* Tüm bunlar nasıl oluyor?
* Bu durumda yapılması gereken nedir?
* Yapılması gerekenlerden yapılabilecek olan nelerdir?
* Yapılabilecek olanlardan senin yapabileceklerin neler?
* Sen ne yapıyorsun?
“Yarın başka bir insan olacağım” diyorsan; neden bugünden başlamıyorsun?
Hayatınız değişmeli ise; bunu siz yapmazsanız kim yapacak? Bu gün yapmayacaksınız ne zaman yapacaksınız? Buradan başlamayacaksınız nereden başlayacaksınız.
Esentepe İlköğretim Okulu Kültür Edebiyat Kulübü

BİLİM UĞRUNA CAN VERENLER


BİLİM UĞRUNA CAN VERENLER
GALİLEO GALİLEİ ( 1564-1642 ) Geliştirdiği teleskopla gökyüzünün gizemlerini insanların gözleri önüne sermiş ama uzaktaki gök cisimlerini göreceğim diye kendi gözlerini bozmuştur. Güneşe sürekli bakmaktan retinaları büyük zarar görmüş ve ömrünün son 4 yılını kör olarak geçirmiştir. “dünya dönüyor” demenin bedelini canıyla ödemiştir.

KARL WİLHELM SCHEELE ( 1742-1786 ) İsviçreli kimyacı. Çok sayıda kimyasal eleman keşfetti. Keşfettiklerin koklar yada tadardı. Ölünce yapılan otopside civa zehirlenmesinden öldüğü anlaşıldı.

JEAN FRANÇOİS PİLATRE DE ROZİER ( 1756-1785 ) Madencilerin maden ocaklarında kömür tozu yutmadan nefes almasını sağlayan süzgeçli bir maske icat etti. Mongolfier kardeşlerin balon denemeleri sırasında uçuşlara komuta ederken 15 Haziran 1785’ te balonun patlamasıyla 600 metre yükseklikten aşağıya düşerek ölmüştür.

SİR HUMPHRY DAVY ( 1778-1829 ) Koklama yöntemiyle nitrus oksit gazının anestezik niteliğini saptadı. Koklamadan zehirlendi. Ömrünün 20 yılını kötürüm olarak geçirdi. 1812 yılında laboratuarda meydana gelen nitrojen klorür patlaması sonucu gözleri kör oldu.

MİCHAEL FARADAY ( 1791-1867 ) Davy’ nin elektroliz alanında çalışmalarını sonuca götürmüştür. Nitrojen klorür patlamasında gözleri zarar gördü sonrada kronik kimyevi madde zehirlenmesine uğradı.

ROBERT WİLHELM BUNZEN ( 1811-1899 ) Bunzen yakıcısını bulmuştur. Birkaçkez arsenik zehirlenmesi yüzünden ölümden döndü. Kakadil siyanür patlaması sonucu sağ gözünü kaybetmiştir.

MARİE SKLODOWSKO CRUİE ( 1867-1934 ) 2 Nobel Ödülü alan ( 1903 Fizik, 1911 kimya ) Polonya aslılı Fransız kimyacıdır. Ra ( 1898 ) buldu. Radyasyon zehirlenmesi sonucu lösemiden ölmüştür.

( Kaynak; Bilim Dergisi )


22 Ocak 2008 Salı

Mehmet Akif Ersoy'un Hayatı (1873 - 1936)


Mehmet Akif Ersoy'un Hayatı (1873 - 1936)
İstiklâl Marşı şâiri. Asıl adı Mehmet Ragif olan Mehmet Akif 1873 yılında İstanbul'da doğdu. Annesi Emine Şerife Hanım, babası Temiz Tâhir Efendidir. İlk tahsiline Emir Buhâri Mahalle Mektebinde başladı. İlk ve orta öğrenimden sonra Mülkiye Mektebine devam etti. Babasının vefâtı ve evlerinin yanması üzerine mülkiyeyi bırakıp Baytar Mektebini birincilikle bitirdi. Tahsil hayâtı boyunca yabancı dil derslerine ilgi duydu. Fransızca ve Farsça öğrendi. Babasından Arapça dersleri aldı.
Zirâat nezâretinde baytar olarak vazife aldı. Üç dört sene Rumeli, Anadolu ve Arabistan'da bulaşıcı hayvan hastalıkları tedâvisi için bir hayli dolaştı. Bu müddet zarfında halkla temasta bulundu. Âkif'in memuriyet hayatı 1893 yılında başlar ve 1913 târihine kadar devam eder.
Memuriyetinin yanında Ziraat Mektebinde ve Dârulfünûn'da edebiyat dersleri vermiştir.
1893 senesinde Tophâne-i Âmire veznedârı M. Emin Beyin kızı İsmet Hanımla evlendi.
Âkif okulda öğrendikleriyle yetinmeyerek, dışarda kendi kendini yetiştirerek tahsilini tamamlamaya, bilgisini genişletmeye çalıştı. Memuriyet hayatına başladıktan sonra öğretmenlik yaparak ve şiir yazarak edebiyat sâhasındaki çalışmalarına devam etti. Fakat onun neşriyat âlemine girişi daha fazla 1908'de İkinci Meşrutiyetin îlânıyla başlar. Bu târihten itibaren şiirlerini Sırât-ı Müstakîm'de yayınlanır.
1920 târihinde Burdur Mebusu olarak Birinci Büyük Millet Meclisine seçildi. 17 Şubat 1921 günü İstiklâl Marşı'nı yazdı. Meclis 12 Martta bu marşı kabul etti.
1926 yılından îtibâren Mısır Üniversitesinde Türkçe dersleri verdi. Derslerden döndükce Kur'ân-ı kerîm tercümesiyle de meşgul oluyordu, fakat bu sırada siroza tutuldu. Önceleri hastalığının ehemmiyetini anlayamadı ve hava değişimiyle geçeceğini zannetti. Lübnan'a gitti. Ağustos 1936'da Antakya'ya geldi. Mısır'a hasta olarak döndü.
Hastalık onu harâb etmiş, bir deri bir kemik bırakmıştı. İstanbul'a geldi. Hastanede yattı, tedâvi gördü. Fakat hastalığın önüne geçilemedi. 27 Aralık 1936 târihinde vefat etti. Kabri Edirnekapı Mezarlığındadır.
Mehmed Âkif milletini ve dînini seven, insanlara karşı merhametli bir mizaca sâhip, şâir tabiatının heyecanlarıyla dalgalanan, edebî bakımdan kıymetli şiirlerin yazarı meşhur bir Türk şâiridir. İstiklâl Marşı şâiri olması bakımından da "Millî Şâir" ismini almıştır.
Şairin en büyük eseri Safahat genel adı altında toplanan şiirleri şu 7 kitaptan oluşmuştur:
1.Kitap: Safahat (1911)
2.Kitap: Süleymaniye Kürsüsünde (1912)
3. Kitap: Hakkın Sesleri (1913)
4. Kitap: Fatih Kürsüsünde (1914)
5. Kitap: Hatıralar (1917)
6. Kitap: Asım (1924)
7. Kitap: Gölgeler (1933).

Kazım Karabekir Paşa


Kazım Karabekir ( 1882)- (26.01.1948)
Kazım KARABEKİR, 1882 yılında İstanbul'da doğdu. Mehmet Emin Paşa'nın oğludur. İlköğrenimini İstanbul, Van, Harput ve Mekke'de tamamladıktan sonra, 1896'da İstanbul Fatih Askeri Rüştiyesi'ni, 1899'da Kuleli Askeri İdadisi'ni, 1902'de Harbiye Mektebi'ni ve 1905'te de Erkân-ı Harbiye Mektebi'ni bitirerek yüzbaşı rütbesiyle orduya katıldı. İki yıllık kıta stajını Manastır'da yaptı. İttihat ve Terakki'nin Manastır örgütünün kurulmasına katıldı. 1907'de kolağası (önyüzbaşı) rütbesi alarak İstanbul Harbiye Mektebi, tabiye öğretmen vekilliğine atandı. İttihat ve Terakki İstanbul örgütünün kurulmasında görev aldı. 2.Meşrutiyet' ten sonra Edirne'de 2.Ordu 3.Fırka (tümen) erkân-ı harfliğine (kurmaylığına) atandı.
31 Mart 1909 ayaklanmasında Hareket Ordusu'nda görev aldı. 1910 Arnavutluk ayaklanmasının bastırılması harekâtında çalıştı. 14 Nisan 1912'de binbaşılığa yükseldi. Balkan Savaşı'nda Trakya sınır komiseri olarak görev yaptı. 1914'te kaymakam (yarbay) rütbesiyle Birinci Kuvve-i Seferiye komutanlığıyla İran ve ötesi harekâtıyla görevlendirildi. Bir süre sonra İstanbul Kartal'da 14. Fırka komutanlığına atandı ve Çanakkale'ye gönderildi. Kerevizdere' de Fransızlar' a karşı üç ay savaştıktan sonra miralaylığa (albay) yükseldi. Buradan, İstanbul'da I. Ordu erkân-ı harbiye başkanlığına, sonra Galiçya' ya gidecek ordunun ve ardından Mareşal Von der Goltz' un erkân-ı harbiye başkanlığına atanarak Irak'a gitti.
1916'da Kutü'l-Amare'yi kuşatan 18. Kolordu komutanlığına getirildi ve burayı aldıktan sonra Irak'ta İngilizler' le çarpıştı. 1917'de Diyarbakır'daki 2. Kolordu komutanlığına getirildi ve Van, Bitlis, Elaziz (Elazığ) cephelerindeki 2. Ordu komutanlığına vekâlet etti. 1918'de Erzincan ve Erzurum'u Ermeniler' den ve Ruslar' dan geri aldı. Ardından Sarıkamış, Kars ve Gümrü Kalelerini ve Karaköse’ yi kurtardı. Aynı yıl Mirliva (Tümgeneral) oldu. Mondros Mütarekesi sırasında sadrazam olan Ahmet İzzet Paşa'nın erkân-ı harbiye-i umumiye reisliği (genelkurmay başkanlığı) önerisini kabul etmeyerek Anadolu'da görev almak istedi. Önce Tekirdağ'daki 14. Kolordu Komutanlığı'na, ardından da Erzurum'daki 15. Kolordu Komutanlığı'na atanmasını sağlayarak Nisan 1919'da göreve başladı.
Hazırlıkları yapılan Erzurum Kongresi'nin toplanmasında önemli rol oynadı. Kurtuluş Savaşı'nda Edirne milletvekilliği ve Doğu cephesi komutanlığı yaptı. Ermeniler' in eline geçen Sarıkamış, Kars ve Gümrü Kalelerini geri alarak 15 Kasım 1920'de Ermeni ordusunu kesin olarak yendi. Ermeni hükümetiyle Ankara hükümeti adına Gümrü Antlaşması'nı imzaladı. Kars'ın alınmasıyla ferikliğe (korgeneral) yükseldi. Rus Sovyet Sosyalist Federe Cumhuriyeti ve Kafkasya hükümetleriyle Kars Antlaşması görüşmelerini yürüttü. Halk Partisi’nden Ayrıldı Kurtuluş Savaşı'nın bitiminden sonra I. Ordu müfettişliğine atandı, 1923'te İstanbul milletvekili oldu. 1924'te, TBMM'deki Dörtler Grubu'nu destekledi. Ardından askerlikten ayrılarak Halk Fırkası'ndan istifa etti. 17 Kasım 1924'te kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın başkanlığına seçildi. Parti 3 Haziran 1925'te Şeyh Sait ayaklanması nedeniyle kapatıldı. Karabekir Mustafa Kemal Paşa'ya karşı yapılan İzmir suikasti ile ilgili görülerek bazı partililerle birlikte yargılandıysa da beraat etti. Siyasi hayatına on iki yıllık aradan sonra, 6 Ocak 1939'da İstanbul milletvekili olarak
http://www.kazimkarabekir.gov.tr

19 Ocak 2008 Cumartesi

GOOGLE'İ KORKUTAN RAKİP


GOOGLE'İ KORKUTAN RAKİP
En popüler 8. siteİnternetin özgür ansiklopedisi olarak tanınan Wikipedia ile Wikia Search'ün kurucusu Jimmy Wales'ten çarpıcı açıklamalar...Wikipedia'nın, insanların üretilen tüm bilgiye serbest ulaşım sağlayabilecekleri bir dünya yaratacağını söyleyen Jimmy Wales, ''İdeal ansiklopedi radikal olmalıdır, güvenli olmayı bırakmalıdır. Wikipedia, gezegendeki herkesin üretilen tüm bilgiye serbest ulaşım sağlayabildiği bir dünya yaratacak'' dedi.

KAR AMACI GÜTMÜYOR

Wales, Wikipedia'nın pek çok dilde binlerce gönüllünün yaptığı serbest lisanslı bir ansiklopedi şeklinde faaliyet gösterdiğini, Wikimedia Vakfına bağlı, kar amacı gütmeyen bir kuruluş olduğunu anlattı.Vakfın çeşitli projeleri olduğunu bildiren Wales, ''Wictionary'' adlı sözlükle, ''Wikinews'' adlı vatandaş gazeteciliğinin bunların en iyi örnekleri olduğunu söyledi. Pek çok insanın dünyanın herhangi bir yerinde Wikipedia'ya ait bir kampüs ya da bina olduğunu ya da binlerce kişinin çalıştığını düşündüğünü dile getiren Wales, bunun doğru bir düşünce olmadığını ve yalnızca 12 çalışanının bulunduğunu kaydetti.

DÜNYANIN EN POPÜLER 8. WEB SİTESİ

Jimmy Wales, Wikipedia'nın çok popüler bir web sitesi olduğunu kaydederek, web sitelerinin trafiğini inceleyen ''Alexa'' adlı bir web sitesine göre, Wikipedia'nın dünyada 8., Almanya'da 7., Hindistan'da 11., Japonya'da 9., İran'da ise 14. sırada yer aldığını söyledi.

İRAN'DA 14. SIRADA

İran'da 14. sırada olmayı çok heyecan verici bulduğunu dile getiren Wales, ''İran, genellikle pek Wikipedia'nın aydınlanma değerleriyle bağdaşan bir ülke gibi görünmeyebilir. Ancak, Wikipedia İran'ın imajına rağmen burada da popüler ve çok önemli bir web sitesi haline gelmiş durumda'' dedi.Wales, 2 milyondan fazla makaleye sahip olan İngilizce Wikipedia'nın, en büyük ve en kapsamlısı olduğunu belirterek, Almanca ve Fransızca 500 binden fazla, Japonca, İtalyanca, Portekizce, Felemenkçe ve İspanyolca'da 250 binden fazla makale barındırdığını söyledi.AMAÇ TÜM BİLGİLERE SERBEST ERİŞİM

Türkçe Wikipedia'da ise yaklaşık 98 bin makale olduğunu ifade eden Wales, ''Biz kendimizi global bir proje olarak düşünüyor ve her yerde olmaya çalışıyoruz'' diye konuştu. Wales, amaçlarının tüm bilgilere serbest erişimi sağlamak olduğunu ifade ederek, ''Bunun çok özel bir anlamı var. Yalnızca parasız anlamında serbest değil, aynı zamanda konuşma özgürlüğü anlamında da serbest'' dedi.

ARAMA MOTORU FAALİYETTE

Jimmy Wales, kar amacı güden, reklama dayalı ve ticari bir kurum olan ''Wikea'' adında bir şirket de kurduğunu kaydederek, burada da serbest lisanslama modeli kullandıklarını ve işbirliği kültürü yaratmak istediklerini ifade etti. Wales ayrıca, ''Wikea Search'' adlı arama motorunu da 7 Ocak'ta faaliyete geçirdiklerini hatırlattı.

http://www.mehtap.tv/

UZMANLAR UYARIYOR


UZMANLAR UYARIYOR

6 ay ve daha uzun süre ağrı çekip tedavi almayan kişilerde kalp, solunum, kas ve ruhsal sistemde bir takım bozukluklar ortaya çıkabilirAkdeniz Üniversitesi (AÜ) Tıp Fakültesi Algoloji Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Bilge Karslı, 6 ay ve daha uzun süre ağrı çekip tedavi almayan kişilerde kalp, solunum, kas ve ruhsal sistemde bir takım bozukluklar ortaya çıktığını bildirdi.Prof. Dr. Bilge Karslı, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Algoloji Bilim Dalı'nda kanser ağrıları, bel, boyun, baş, zona ve ameliyat sonrası ağrılar üzerine çalışıldığını ifade etti. Ağrının ''subjektif'' bir durum olduğunu belirten Karslı, kişilerin hissettikleri ağrıyı tansiyon ve nabızda olduğu gibi sayısal olarak belirlemenin mümkün olmadığına dikkati çekti.Hastanın çektiği ağrının boyutunu tespit edebilmek için kişilerden ağrılarına 1 ile 10 arasında değişen bir rakam vermelerini istediklerini anlatan Prof. Dr. Karslı, ''Hasta tedavinin ilk aşamalarında ağrısı için 7-8 rakamını verirken bunu 2-3'e düşürdüğümüzde, tedavinin başarılı olduğunu söyleyebiliyoruz'' dedi.Prof. Dr. Bilge Karslı, yapılan bilimsel araştırmaların ağrı hafızasının anne karnında gelişmeye başladığını gösterdiğini söyledi. Kişilerin ağrıya verdikleri tepkinin bununla ilişkili olduğunun sanıldığını ifade eden Karslı, şöyle konuştu:''Ağrı, kişilerin geçmişteki deneyimleriyle ilişkili, hoş olmayan bir durumdur. Elle tutulabilir değildir ve kişiden kişiye değişir. Anne karnında ağrıyla ilgili hafızanın oluştuğu biliniyor. Anne karnında oluşan ağrı hafızasının, kişinin tüm hayatında etkili olduğu, bunun da kimilerinin yüksek derecede ağrıya yanıt vermezken, kimisinin küçük ağrılara dahi şiddetli tepki vermesiyle görülebildiğini söyleyebiliriz.''Bilge Karslı, kişide ağrı yakınması bulunması halinde mutlaka tedavi edilmesi gerektiğini, Algoloji Bilim Dalı'nda ağrı seviyesini aşağı çekip kişinin yaşam kalitesini yükseltmeye yönelik çalıştıklarını anlattı.

-SÜREKLİ AĞRI HASTALIK BELİRTİSİ-

Ağrıların tedavisine yönelik toplumdaki bilincin gün geçtikçe arttığını vurgulayan Karslı, ağrı kesici kullanımının ise halen kontrolsüz olduğuna işaret etti. Karslı, sözlerini şöyle sürdürdü:''Halbuki bu konuda da düzenli ve kontrollü ilaç kullanımı gerekiyor. Kişinin bir problemi varsa, ilgili hekime başvurup, düzenli bir tedavi alıp, bütün bir yaşama bu tedaviyi yayması gerekiyor. Ağrı olduğunda kontrolsüz şekilde ilaç almaktansa, düzenli bir ağrı tedavisi yapılıp ondan sonra ilaç tedavisine başvurmak, ilaçların yan etkilerinden korunmak için de çok önemli.''Sürekli ağrının ise mutlaka bir hastalığın belirtisi olduğuna değinen Bilge Karslı, kronik ağrı için 3 ile 6 ay arasında değişen süreleri dikkate aldıklarını söyledi. Karslı, ''Hastalar 6 ay ve daha uzun süre ağrı çekip tedavi almadıkları takdirde, kalp, solunum, kas ve ruhsal sistemde bir takım bozukluklar ortaya çıkıyor'' dedi.Uzun süreli ağrı hissedilmesi durumunda zaman kaybedilmemesini isteyen Prof. Dr. Karslı, ''Başta tek bir ağrı kesici veya tek bir yöntemle tedavi edebileceğimiz ağrıyı, geç kalındığında 2-3 ilaç daha ekleyip tedavi edebiliyoruz. Bu da hem maliyeti artırıyor, hem de tedavi süresini uzatıyor'' diye konuştu

http://www.mehtap.tv/

16 Ocak 2008 Çarşamba

Divan-u Lugati't Türk yeniden gün ışığına çıkıyor


Divan-u Lugati't Türk yeniden gün ışığına çıkıyor
17Ağustos depreminde gördüğü ağır hasar nedeniyle restore edilerek yenilenen Fatih Millet Yazma Eser Kütüphanesi Şubat'ta yeniden hizmete açılacak.

1916 yılında Ali Emiri Efendi tarafından Fatih'teki Feyzullah Efendi Medresesi'nde kurulan kütüphanenin bir araştırma ve ihtisas kütüphanesi olduğunu dile getiren Kütüphane Müdürü Melek Gençboyacı, kütüphanedeki en önemli eserin de Kaşgarlı Mahmud'un yazdığı “Divan-u Lugati't- Türk” adlı eseri olduğunu söyledi.

İLK SÖZLÜK

Eserin, Türk dilinin ilk sözlüğü olması yönüyle büyük önem taşıdığını belirten Gençboyacı, Kaşgarlı Mahmud'un eserini yazarken o devrin Türk illerini tek tek dolaştığını ve doğrudan doğruya kendi derlediği dil malzemesine dayandığını anımsattı.

30 ALTINA ALINDI

Gençboyacı, eserin içerisinde yer alan haritanın, ilk Türk dünyası haritası olması bakımından büyük değeri olduğunu da belirterek, eserin kütüphaneye kazandırılması sürecini de şöyle anlattı: “11. Yüzyıl’da Kaşgarlı Mahmud'un yazdığı Divan-u Lugati't- Türk'ün varlığı 14. Yüzyıl’dan bu yana bilinmekteydi. Eser, II. Meşrutiyet'in ilanını takip eden yıllarda tesadüfen Ali Emiri Efendi tarafından İstanbul'da Sahaflar Çarşısı'nda bulunmuş ve 30 altına satın alınmıştır.” Bakım ve onarım çalışmaları için bugüne kadar yaklaşık 3 milyon YTL harcanan kütüphanede, 30 bini aşkın el yazması, kıymetli eski harfli matbu eser, padişah fermanları, tıp kitapları, minyatürlü tek nüsha eserler bulunuyor.

Vücudumuzda 24 saatte neler oluyor?


Vücudumuzda 24 saatte neler oluyor?
İşte bedenin 24 saatlik faaliyet raporu.

İnsanoğlu 24 saatte tam 24 kez değişiyor. Ruh hali, vücut ısısı, tansiyon, kalp atışı, hormonlar sürekli uğraş halinde oluyor. Biyologlar, doktorlar ve farmakologlar bu olağanüstü duruma "Kronobiyoloji" adını veriyorlar. İşte bedenin 24 saatlik faaliyet raporu.

06.00 Kortizon salgılamasıyla organizma uyanıyor. Bu uyanma vücut için kendini yavaşca kalkmaya hazırlama işareti. Metabolizma hareketleniyor, günün işleri için enerji ve protein hizmete hazır oluyor.

07.00 Vücut hâlâ zayıf. Spor yapmaktan kaçının. Kalbe ve dolaşıma gereksiz yüklenirsiniz. Spor yerine kahvaltı edin, sindirim bu saatte mükemmel çalışıyor.

08.00 Libidonun en yüksek olduğu saat. Fazla miktarda hormon salgılanıyor. Sigara tiryakileri için de durum aynı. Kahvaltı sigarası damarları her zamankinden daha fazla çok daraltıyor. 09.00 Vücudun dinç, kuvvetli olduğu saat. Herhangi bir hastalık için iğne olacaksanız bu en doğru zaman. İğnenin ateş ve şişme gibi yan etkileri ender olarak görülüyor, vücut röntgen ışınlarına karşı daha dirençli oluyor.

10.00 Organizmanın kendine gelme, 'ben burdayım' deme saati. Fazla enerjik, vücut en yükes ısı seviyesinde. Verimliliğimiz de öyle. 'Kısa süre belleği' iyi durumda. Bir önemli ayrıntı: 10.00 ile 12.00 arası enfarktüs olaylarına sık rastlanıyor.

HAZIR CEVAPLIK SAAT 11.00Vücudun tam formunda olduğu, verimli olmaya programlı bir saat. Kalp ve dolaşım o kadar zinde ki yapılan muayenelerde kalpteki bir bozukluk gözden kaçabilir. Hazır cevaplık tavan yapar, özellikle hesap işleri, matematik ödevleri rahat ve iyi bir şekilde, zorlanmadan çözülür. 12.00 Dinlenme saati. Dikkat azalıyor ve insanı uyku basıyor. Midedeki asit miktarı fazlalaşıp, beyindeki kan akımı azalıyor. Zira kan sindirim organlarını desteklemesi için mide tarafından kullanılıyor. Öğle uykusu uyuyabilen kişilerde istatistiklere göre enfarktüse %30 oranında az rastlanyor.

13.00 Vücut formdan düşüyor. Verimlilik gün ortalamasının %20 aşağısına iniyor. Bütün organlar en alt düzeyde çalışıyor, sadece safra öğle yemeğini hazmetme faaliyeti gösteriyor. 14.00 Bitkin oluruz. Çünkü tansiyon ve hormon düzeyi düşüyor. Diş doktorundan korkanlar için en uygun randevu saati. Çünkü bu saatte acı az hissediliyor. Lokal anestezi uzun süre devam ediyor (30 dk.).

HOŞ GEDİN ENERJİ

15.00 Enerji geri geliyor, bellek tam formunda. İkinci verimlilik dönemi başlıyor ama sabahkinden az.

16.00 Spor için en iyi saat. Tansiyon ve dolaşım çok iyi durumda.

17.00 Organların faaliyeti üst düzeye çıkıyor.Kuvvet artıyor, oksijen harcanıyor, böbrekler ve mesane çok çalışıyor. Tırnaklar ve saçın en çabuk uzadığı zaman. Midedeki asit miktarı fazlalaşıyor. 17.00'ye doğru mide kanaması geçirme riski artıyor.

18.00 Akşam yemeği için ideal saat. Pankreas bu saatte özellikle aktif.

19.00 Kan basıncı ve nabız tembelleşiyor. Bu nedenle kan basıncı düşüren ilaçlara dikkat, tehlikeli olabiliyorlar. antidepresanların tesiri de bu saatte daha fazla.

20.00 Karaciğerdeki yağ düzeyi düşüyor ve kirli kan kalbe her zamankinden daha fazla akıyor. Alerjisi olanlar ve astımlılar ilaçlarını bu saatte almalı. Etkisi hemen görülüyorr. Antibiyotikler de az dozda alınsa bile etkileri en üst düzeyde oluyor.

YEMEĞİ KESİYORUZ

21.00 Sindirim organlarının günlük görevi sona eriyor. Gelen herşey midede sabaha kadar hazmedilmeden kalıyor ve bu çok tehlikeli. Kalan yemekler bağırsak sahasındaki mukozaya hücum ediyor.

22.00 Vücudun polisi akyuvarlar aktif hale geliyor. Sigara içenler dikkat! Bu saatten sonra vücut nikotin gibi zehirleri çok zor atıyor.

23.00 Organizma gün boyunca aktif faaliyet gösteren stres hormonunun salgılamasını durduruyor. Sakinleşip, rahatlıyoruz.

TATLI RÜYALAR

24.00 Uyurken deri hücreleri durmadan çalışıyor, gündüz olduğundan daha sık bölünüyor. İlk rüya safhası, yarım saat içinde rüya görmeye başlıyoruz.

01.00 Verim en alt düzeyde. Bu saatte çalışanlar hata yapabiliyor, dikkat azalıyor, çünkü vücut kendini uyumaya programlıyor.

02.00 Araba kullananlar dikkat: görme zayıflıyor, tepkiler yavaşlıyor, kazalar bu saatte çok oluyor.

03.00 Bedenin de ruhun da en karanlık safhası. Melatonin hormonunun salgılanması tembel ve kararsız yapıyor. İntihar edenlerin sayısı fazlalaşıyor.

04.00 Stres hormonundan enerji kazanıyoruz. Enfarktüs krizleri saat 04.00 ile 06.00 arasında çok oluyor; çünkü kan basıncı oldukça yükselip, damarlar geriliyor. Doğum yapma olasılığının en yüksek saati.

05.00 Erkeklik hormonu salgılanması artıyor. Strese hormonu bizi faaliyete geçiriyor ve gündüz değerinin tam 6 katına çıkıyor. Vücudumuz harekete geçiyor kaybolan enerji yeniden geri geliyor. Gelsin, yeni bir gün başlıyor.

http://www.bugun.com.tr

SAĞLIKLI DİŞLER GÜZEL GÜLÜŞLER DEMEK


SAĞLIKLI DİŞLER GÜZEL GÜLÜŞLER DEMEK

Bir insanı güzel gösteren unsurların başında dişleri de gelir. Ne giyindiğiniz ve nasıl göründüğünüz kadar dişlerinizin bakımlı olması da bir o kadar önemlidir. Üstelik kimse ‘dişi ağrısın, diş eti çekilsin, diş yapısı bozulsun’ istemez. Ancak diş sağlığımız, nedense bir ağrı ya da acıdan sonra aklımıza geliyor. Zaten diş hastalıklarının çoğu da ihmalden; diş fırçalamama, yanlış fırçalama, diş ipi kullanmama, yanlış fırçalama ve diş taşlarını temizlememe gibi nedenlerden kaynaklanıyor.
Diş eti çekilmeleri, diş etinin kök yüzeyini açıkta bırakacak şekilde yer değiştirerek kök yüzeyinin ağız ortamına açılmasıyla ortaya çıkar. Bu çekilmeler bazen bir dişi etkilediği gibi bazen de bütün dişlerde görülebilir. Kişinin diş eti hastalığıyla karşı karşıya kaldığını öğrenmek için ille de hekime gitmesi gerekmez; zira bu durum aynada dişlere bakıldığında rahatlıkla fark edilebilir. O andan itibaren de fazla vakit kaybetmeden diş hekimine gidilmelidir. Şayet çekilme miktarı az ise hekim kontrolünde diş eti kanamaları kontrol altına alınabilir. Diş taşı ve bakteri plakları oluşmuş ise bir an önce temizlenir ve kök yüzeyinin düzleştirilmesi sağlanır.
Diş taşları ve plaklar ortadan kaldırıldığında diş eti hastalığına sebep olan bakteriler de ortamdan uzaklaştırılmış olur. Ama tedavi edilmezse dişler sallanmaya ve birbirinden uzaklaşmaya başlar. Diş hekimi Ayşe Selimoğlu’na göre erken tedavi edilmezse dişleri içinde tutan çene kemiğinde azalma meydana gelebilir ve dişler kemik desteğini kaybederek sökülüp dökülebilir. İşte bütün bu olumsuzlukları engellemek için uzmanların çok basit bir iki önerisi var. En başta ağız temizliğine dikkat etmeli. Günde en az iki kez uygun bir fırça ve fırçalama yöntemi ile dişler fırçalanmalı. Ayrıca mutlaka diş ipi kullanılmalı ve diş araları temizlenmeli.
Diş eti hastalıklarının sebepleri nelerdir?
* Genetik etkenler
* Lösemi, şeker gibi hastalıklar
* Bazı ilaçlar
* Hamilelik
* Stres
* Dengesiz beslenme
* Sigara kullanımı
Diş eti hastalıkları nasıl anlaşılır?
* Fırçalama sırasında ya da kendiliğinden diş etlerinde kanama olur.
* Diş etleri kırmızı ve şiştir.
* Diş etlerinin konturları bozulmuş ve parlaktır.
* Ağızda kötü koku ve kötü tat mevcuttur.
* Hastalık ilerledikçe diş çekilmeleri olur.
* Tatlı-ekşi ve sıcak-soğuğa karşı hassasiyet oluşur.
http://cumaertesi.zaman.com.tr

SIK GÖRÜLEN RAHATSIZLIKLARA DOĞAL TEDAVİ YÖNTEMLERİ


SIK GÖRÜLEN RAHATSIZLIKLARA DOĞAL TEDAVİ YÖNTEMLERİ

DİLEK GÜRAY
En ufak bir baş ağrısı, uykusuzluk, aft, sürekli çatlayan dudaklar, horlama gibi durumlarda hemen doktora mı gitmek lazım? Yoksa bir şeyler mi yapmalı? Sık görülen bu tür rahatsızlıklar için uygulayacağınız basit tedavi yöntemleri ile eski sağlığınıza kavuşabilirsiniz.
İnsanoğlu çıtkırıldım. Vücudunun herhangi bir yerindeki en ufak bir ağrıda veya sıkıntı oluşturabilecek durumlarda doktora gidip gitmeme arasında kalır hep. Çoğu zaman doktora gidecek kadar rahatsızlığını önemsemez; ama bir an önce de eski sağlığına dönmek ister. Basit bir hastalık gibi görünen bu durumlarda aklımıza hemen doğal tedavi yöntemleri gelir. Bu kez de hangi rahatsızlığa ne tür tedaviler uygulayacağınızı bilemezsiniz, eliniz ayağınıza dolaşır. İşte tam bu sırada doğal tedavi yöntemlerini ayağınıza kadar getiren kitaplar girer devreye. Yurtdışında ünlü uzmanların ve danışmanların hazırladığı ve ülkemizde Çitlembik Yayınları’nın okuyucularıyla buluşturduğu “Sık Görülen Rahatsızlıkların Tedavisi - Doğal Yöntemler” kitabı da bu tarz sıkıntılara çare olabilecek nitelikte.
Sağlığımızı doğal yollardan korumak için başvurulacak temel yöntemler; iyi beslenmek, sigara-alkol-uyuşturucu kullanmamak, düzenli egzersiz yapmak ve stresi kontrol altında tutmak olarak bilinir hep. Oysa bunların dışında aromaterapi (bitki kök, sap, yaprak, tohum ve çiçeklerinde kendine özgü birtakım yağlar), çiçek özleri, bitkisel ilaçlar, masaj, naturopati (sıcak ve soğuk banyo, suyun şifa sağlayıcı gücü) gibi daha birçok doğal yöntem mevcut. Geleneksel tıp ile modern tıbbın birbiriyle zıt olduğu görüşleri giderek azalıyor. Artık çoğu uzmanlar bile “Doğal yollardan kendinizi tedavi edemezseniz bize gelin.” çağrısında bulunuyor.
Ağrıları ilaç kullanmadan nasıl dindirebilirsiniz? Kolesterolü düşürmek, uykusuzluktan kurtulmak için neler yapmalısınız? Afttan çektiğiniz kadar hiçbir şeyden çekmediniz. En ufak bir baş ağrısında hemen doktora mı gitmeli, yoksa bir şeyler mi yapmalı? Çatlayan dudakların, horlamanın, dinmek bilmeyen sırt ağrısının pratik çözümü ne olabilir? Başucunuzdan ayırmayacağınız bu kitap ile durumunuza en uygun ve en rahat ettiğiniz tedavi yöntemini seçebilirsiniz. Ama ciddi durumlarda mutlaka bir doktora başvurmayı ihmal etmeyin.
BAŞ AĞRISI
Hemen herkesin arada sırada başı ağrır. Ağrının yeri göz diplerinde, şakaklarda, alında, ensede hatta tüm başta olmak üzere değişir. Baş ağrısının; stres, vücudun susuz kalması, kasların, damarların ve sinirlerin yetersiz beslenmesi, sinüzit, bazı ilaçlar, göz yorgunluğu, kireçlenme, beyin tümörü, menenjit ve yüksek tansiyon gibi sebepleri olabilir.
Baş ağrınızın artmasını önlemek için erkeç sakalı ile çarkıfelek, biberiye veya kesterenin karışımından çay yapıp içebilirsiniz. Ayrıca güzel kokulu bitkisel yağlar da ağrıyı dindirebilir. Ağrınız soğuk algınlığı ya da alerjiden kaynaklanıyorsa okaliptus veya nane yağı kullanabilirsiniz.
Tıbbî yardım ne zaman gerekir? Sık sık nedenini bilmediğiniz baş ağrıları olursa, ani ve şiddetli bir baş ağrısı olursa ve baş ağrısı ile birlikte kusma, ensede sertlik, ateş, döküntü, ışığa hassasiyet, zihin karışıklığı ve görme bozukluğu gerekiyorsa
BAŞ DÖNMESİ
Baş dönmesinin nedeni çoğu zaman beyne kan taşıyan damarlardaki kan basıncının ani düşüşüdür. Uzun süre yemek yememek, diyabetin kontrol edilmediği durumlarda da kan şekeri seviyesi düşer ve baş dönmesi olur. Ayrıca iç kulaktaki rahatsızlıklardan ötürü de baş dönmesi oluşabilir. Bu durumlarda ayaklarınızı yukarı kaldırmak, tam tahıllı ekmekle hazırlanmış sandviç gibi şeyler yemek gerekir.
Ne zaman tıbbî yardım gerekir? Baş dönmesi ile birlikte boyunda ağrı veya sertlik, ateş, kulak veya baş ağrısı olursa; görmenizde bir değişiklik, yüz, el, kol, ayak ve bacaklarınızda uyuşma, çarpıntı, göğüs ağrısı ve nefes darlığı olursa hemen bir uzmana görünmeniz gerekir.

ÇATLAK DUDAK
Olumsuz hava şartları dudakların çatlamasına, kabuk bağlamasına ve acımasına sebep olur. Dudaklarınız çatladığında sık aralıklarla dudak koruyucusu sürmeniz gerekir. Aynı zamanda dudaklarınızı bolca vazelinle ovuşturun. Zeytinyağı sürerek de çatlayan dudaklarınızı rahatlatabilir ve yumuşatabilirsiniz.
Ne zaman tıbbî yardım gerekir? Dudağınızda ya da yakınındaki bir yara bir hafta içinde iyileşmezse, yara kabuk bağlar veya akıntısı olursa mutlaka bir hekime görünmek gerekir.
HAZIMSIZLIK
Hazımsızlık, yemek yedikten sonra ortaya çıkan şişkinlik, sancı ve rahatsızlık hissi gibi semptomları kapsar. Hızlı yemek yemek, fazla yemek, hassasiyetiniz olan buğday unu veya süt gibi ürünler tüketmek, yağlı bir yemekten hemen sonra meyve yemek gaz sorunları, şişkinlik ve sindirim problemleri oluşturabilir. Hazımsızlıktan korunmak için aşırı yemek yemeyin, iki yemek arasının dört saati aşmamasına dikkat edin. Yemek sırasında bir bardaktan fazla sıvı içmeyin.
Ne zaman tıbbî yardım gerekir? Sık sık hazımsızlık çekiyorsanız, sebebi yokken kilo kaybetmeye başlarsanız, iştahınız az, yutmanız zor ve hazımsızlıkla beraber öksürüğünüz de varsa ve sabah uyandığınızda reflü olursa mutlaka bir hekime gitmek gerekir.
DEPRESYON
Stresli olaylar, çözümlenemeyen sorunlar ve geçimsizlik depresyonu tetikler. Boşanma, kayıp ve iflas gibi durumlar da depresyona yol açabilir. Bir insan şayet yakınları ile ilişki kurmakta zorlanıyor, uykusuzluk problemi çekiyor, sürekli yorgun görünüyor, üşüyor, unutkan ve konsantrasyon zayıflığı oluyor, aşırı huzursuz ve iştahsız ise ağır bir depresyon geçirdiğini düşünebiliriz. Depresyonun birçok tedavi yöntemi var. Kişi en başta endişe ve üzüntülerini güvendiği biriyle paylaşırsa rahatlayabilir. Ayrıca bir psikiyatrdan psikolojik destek almak önemli bir tedavi yöntemi. Ayrıca düzenli egzersiz, sağlıklı beslenme, stres oluşturan faktörlerin ortadan kaldırılması, bitkisel ilaçlar kullanmak da depresyonu hafife indirir. Ayrıca bir çorba kaşığı tatlı badem veya üzüm çekirdeği yağına ikişer damla lavanta veya ıtır çiçeği ile bir damla rumi papatya yağı karıştırıp bir arkadaşınızdan size masaj yapmasını isteyebilirsiniz.
Ne zaman tıbbî yardım gerekir? Depresyonunuz iki haftadan fazla sürer ve yukarıdaki öneriler bir işe yaramazsa, intihar etmeyi düşünüyorsanız hemen bir doktora gidin.
HORLAMA
Uyku sırasında boğazdaki kaslar gevşer ve bazı kişilerde solunum yolunun çökmesine sebep olur. Bu yüzden de kişinin akciğerlerine hava gitmesi için derin ve kuvvetli nefes alması gerekir. Bu da yüksek titreşime, küçük dilin ve damağın takırdamasına ve horlamaya yol açar. Sigara içenler, erkekler, orta yaş üzeri insanlar, aşırı kilolular ve alkol alanlar daha çok horlar. Horlamayı önlemek için fazla kilolarınızı vermeniz, sigara içmemeniz, aynı saatte uyumanız, soğuk algınlığına bağlı bir horlama ise yatmadan önce soğuk suya bir damla nane yağı damlatıp gargara yapmanız gerekir.
Ne zaman tıbbî yardım gerekir? Gün içinde aşırı yorgunluk ve uykusuzluk hissederseniz ya da ‘uyku apnesi’ denilen, horlarken nefesinizin durduğu durumlar olursa vakit kaybetmeden doktora görünün.
SIRT AĞRISI
Stres, kötü duruşlar, egzersiz yapmamak, bir şeyi doğru şekilde kaldırmamak ya da taşımamak, uzun süre aynı pozisyonda oturmak ve aşırı kilo sırt ağrısı yapabilir. Sırt ağrılarından kurtulmak için; ağır bir çantayı asla tek elinizle veya tek omzunuzla taşımayın. Otururken sırtınızı dik tutun ve sürekli pozisyon değiştirin. Yerden ağır bir eşya alacağınızda dizlerinizi bükerek alın. Ağrılı bölgeyi gliserin ve acı kırmızı biber tentürü ile ovun.
Ne zaman tıbbî yardım gerekir? Ağrı birkaç gün içerisinde azalmaz veya daha kötüye giderse, ani ve çok şiddetliyse, uzuvlarınızdan birinde hissizlik veya güçsüzlük ortaya çıkarsa
Kaynak: http://cumaertesi.zaman.com.tr

12 Ocak 2008 Cumartesi

Bilinmeyen yönleriyle Karabekir Paşa


Bilinmeyen yönleriyle Karabekir Paşa
Cumhuriyeti'nin kurulmasında büyük katkısı olan milli mücadele döneminin önemli isimlerinden Kazım Karabekir'in bilinmeyen yönleri anlatıldı. Okutman Murat Bulut, 6 ay süren bir çalışma sonrasında belgesel film halindeki çalışmanın, bir kültür hizmeti olduğunu ve CD formatında isteyen herkese ulaştırılabileceğini belirtti.
ATATÜRK Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde görevli Okutman Murat Bulut tarafından hazırlanan, "Doğunun Büyük Kahramanı Kazım Karabekir" isimli belgeselde, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasında büyük katkısı olan milli mücadele döneminin önemli isimlerinden Kazım Karabekir'in bilinmeyen yönleri anlatıldı.Okutman Murat Bulut, 6 ay süren bir çalışma sonrasında belgesel film halindeki çalışmanın, bir kültür hizmeti olduğunu ve CD formatında isteyen herkese ulaştırılabileceğini belirtti. Çalışmada, Kazım Karabekir'in "Hayatım" adlı kitabından, kızları Timsal ve Hayat Karabekir'in anılarına ve daha birçok tarihi belgeye yer verdiklerini anlatan Bulut, "Yaptığımız çalışmada, bu toprakların ne kadar büyük zorluklarla kazanıldığını bir kez daha gördük. İnanılmaz fedakarlıklar verildiğini gördük. Gençlerimizin bu bilinçte olması şart" dedi. Bulut'un, "Doğunun Büyük Kahramanı Kazım Karabekir" isimli belgeselinde şu bilgilere yer verildi: "Tarihi belgelere göre, doğuda Erzurum, Erzincan, Kars ve Sarıkamış'ın kurtuluşlarında büyük başarılara imza atan Kazım Karabekir, İstanbul hükümetinin Mustafa Kemal Atatürk'ün tutuklanması yönündeki emrine uymayarak, Atatürk'e 'Paşam ben ve kolordum emrinizdeyiz' diyerek Atatürk'e bağlılığını gösterdi. Erzurum Kongresi'nin toplanmasında önemli rolü olan Karabekir'in bu davranışı, tarihçiler tarafından ileriyi gören ve vizyon sahibi bir komutan olduğu yorumunun yapılmasına neden olurken, Karabekir'in cumhuriyetin kurulmasına da önemli bir katkı sağladığı fikrini oluşturdu. Döneminde yetim kalan Ermeni çocukların eğitimi için Trabzon'da okul tahsisi yapan Kazım Karabekir'e, 'Yetimler babası' lakabının verilmesi de Karabekir'in duyarlılığının önemli örnekleri arasında gösteriliyor. Karabekir'in, Erzurum'un kurtuluşu öncesinde Türk birliklerinin durumunu görmesi için gönderilen Ermeni bir çocukla ilgilenerek, çocuğa, 'Git burada gördüklerini onlara söyle. Yarın Erzurum'a gireceğiz. Eğer direnirler ve karşı koyarlarsa hepsini tutuklayacağız' dediği belirtiliyor. Karabekir'in bu tutumunun Ermeniler'in, Erzurum'u terk etmelerinde önemli rolü olduğu ifade ediliyor."

Kazım Karabekir'in kızları Timsal ve Hayat Karabekir ise babalarının İstanbul'daki evini Kazım Karabekir Paşa Vakfı''na dönüştürerek, babalarının anısını yaşatmaya çalışıyor. Belgeselde, babalarıyla ilgili önemli anıları arasında Van'da yabancı bir generalle, çocukluk yıllarında geçen olaya dikkat çeken Timsal Karabekir, şunları kaydetti:"Dedemizin Van'da görev yaptığı sırada, babamız bir sünnet düğününde yabancı bir generalle konuşur. General, babama ne olacağını sorduğunda, 'asker olacağım'karşılığını alır. Kimin askeri olacaksın? sorusuna ise 'babamın' yanıtını alan general, 'peki bu görevi kaldırabilecek misin?' diye sorar. Karabekir ise 'babam bana taşıyamayacağım yükü vermez' cevabını verir. Durumdan etkilenen yabancı generalin, içerisinde mermiler olan gerçek bir silahı daha sonra hediye etmesi, en çok dikkatimizi çeken anılar arasında yer alıyor."
www.palandokengazetesi.net

4 Ocak 2008 Cuma

UYU, UYU, YE, UYU



UYU, UYU, YE, UYU”
KOALA ALFABESİ
“UYU, UYU, YE, UYU”
Zeynep Sevde Paksu
Herkesi zehirleyen yaprakları onlar afiyetle yer.
Ağaçları kendi aralarında paylaşır ve
pençeleriyle işaretler koyarlar. Zamanlarının çoğunu,
ağaç dallarında uyuyarak geçirirler.
GÜNLERİNİN ortalama yirmi saatini uyuyarak, geri kalan kısmını da yemek yiyerek geçirirler. Uyumak ve yemek yemek en büyük iki hobileridir. 600 türü bulunan okaliptüs ağaçlarının sadece 20 türünün yapraklarını tercih ederler ve bu yapraklar onların tek besin kaynağıdır. Böylece, uyumaktan ve yaprak yemekten ibaret, olabildiğince sade bir hayat sürerler. Yavrularını akrabaları olan kangurular gibi ceplerinde taşırlar. Bahsini ettiğimiz kahramanımızın adı: koala. Avustralya’nın bu şirin, bir o kadar da tembel hayvanının a’dan z’ye bütün özellikleri hayret verici bir kusursuzluk göstermektedir.
Koalalar isimlerini “içmez” anlamına gelen bir aborijin kelimesinden almışlardır. Aborijinlerin koalalara böyle bir isim vermesinin sebebi, koalaların neredeyse hiç su içmemeleridir. Bütün su ihtiyaçlarını, aynı zamanda tek besin kaynakları olan okaliptüs ağaçlarından elde ederler. Fakat bu ağaçlarda yaprak yiyici böceklerden korunmak için, aynı zamanda bütün canlılar için de ölümcül bir madde olan, özel bir zehir bulunur. Ağacın kendi has aromalı kokusu, yapraklarda ne kadar zehir bulunduğunu koalanın hassas duyularıyla ayırmasını sağlar. Böylelikle topladıkları yaklaşık 9 kg’lık yaprakların arasından zehir seviyesi yüksek olanları ayıklarlar. Ayıklanan yaklaşık bir kilogramlık yaprakları ise afiyetle yedikten sonra tasnif işleminin ardından hâlâ kalmış olan düşük seviyedeki zehiri böbreklerinden salgılanan bir maddeyle arındırırlar. Bundan sonraki aşamada ise bu kalın lifli yaprakların sindirilmesi için özelleştirilmiş kör bağırsaklar devreye girer. Bir koalanın kör bağırsağı yaklaşık 200 cm uzunluğundadır ve okaliptüs liflerini sindirebilmek için milyonlarca bakteri barındırır. Koalalar yapraklar dışında zaman zaman toprak da yerler. Toprak, kısıtlı beslenme seçeneklerinden karşılayamadıkları mineralleri almalarını sağladığı gibi, sert yaprakları kolaylıkla çiğneyebilmeleri için bir nevi diş bileyicisi olmaktadır.
Çoğu hayvanın tırmanmakta zorluk çektiği sert kabuklu okaliptüs ağaçlarına tırmanmak koalalar için oldukça kolay bir iştir. Kalın bir deriyle kaplanmış ayak tabanları, güçlü kol ve bacak kasları, tombul ayakları ve çengele benzeyen pençeleri ağaçtan kayıp düşmelerini engeller. Koalaların çoğu hayvandan farklı olarak el ve ayaklarında beş parmak vardır. Fakat bizim beş parmağımızdan farklı olarak onların iki parmağı baş parmak görevi görür. Bu özel sistem sayesinde ağaçların gövdelerine yapışarak rahat rahat şekerleme yapabilirler. Ayak parmaklarında ise durum biraz farklıdır. Ayaklarındaki birbirine yapışık gibi duran iki parmak koalanın kürkünü taraması, düzeltmesi için biçimlendirilmiştir. Oldukça kalın yünlü kürkleri sayesinde hem soğuktan hem de sıcaktan korunurlar. Aynı zamanda bir yağmurluk vazifesi gören kürk, yağmur yağdığında suyu dışarı püskürterek koalanın hep kuru kalmasını sağlar. Bir koalanın belki de en hayatî uzvu burnudur. Çünkü, burunları bu kadar hassas mizanlarla donatılmış olmasaydı, yaprakların zehir seviyesini tespit edemezlerdi.
Koalalar, üzerinde bulundukları ağaçtan başka bir ağaçta işleri çıktığında, eğer çok üşenirlerse uçarak giderler. Uçarak diyoruz, çünkü aralarında kayda değer bir mesafe bulunan ağaçlar arasında atlayarak gezmek için uçmak yerinde bir tabirdir. Ama kendilerini enerjik hissederlerse de, ağaçtan yere inip yürüyerek de gidebilirler.
Bu sevimli hayvanlar, aynı zaman da çok vatanperverdirler. Topluluklar hâlinde yaşayan koalalar, yaşayabilmek için istedikleri türden okaliptüs ağaçlarının bulunduğu geniş ormanlara ihtiyaç duyarlar. Kendilerine uygun alanı buldukları zaman yerleşirler ve bu toprakları vatanları ilân ederler. Topraklarda her koalanın bir veya daha fazla kendine ait okaliptüs ağacı bulunur. Görünüşte ağaçlar arasında gözle görülebilir bir fark yoktur, ama bir koalaya sorabilme imkânınız olsaydı, hangi ağacın kime ait olduğunu size kolaylıkla söyleyebilirdi. Anne ve yavruları dışında hiçbir koala ağacını diğeriyle paylaşmaya yanaşmaz. Hattâ erkek koalalar arasında sırf bu yüzden kavga bile çıkabilir. Meselâ bir koala, ağacına çıkmak isteyen yabancı bir koalayı yüksek dallardan birinin sonuna kadar kovalayıp diğer ucunda kendisi bekleyerek saatlerce davetsiz misafiri orada hapsedebilir.
Günlerinin 18-22 saat gibi büyük bir bölümünü uyuyarak geçiren koalaların bu tutumları tembellik olarak algılanabilir. Fakat bu şekilde, yedikleri yaprakları sindirebilmek için gereğinden fazla enerji harcamamış olurlar. Uyanık oldukları vakitler daha çok güneş doğumundan az önceki saatlere denk gelir. Geceleri daha faal olarak serin havada daha az su ve enerji harcamış olurlar. Günün büyük kısmında yavaş hareketlerle okaliptüs ağaçlarına tırmanıp uyurlar. Yazın sıcak günlerinde dallardan kolları ve bacakları sarkmış şekilde, kışın ise kocaman tüylü bir top gibi büzülerek uyurlar. Aslında, Avustralya’nın ılıman ikliminde böyle bir günlük program izleyerek bir nevi tasarruf yapan koalalara tembel demek pek de haklı bir tanım değildir.
Bir koalanın dünyaya gelişi oldukça ilginçtir. 34-36 günlük bir gebelik döneminden sonra doğan yavrular kör, sağır ve fasulye tanesi büyüklüğündedir. Yavru doğar doğmaz, insanı hayrete düşüren bir yön tayiniyle doğum kanalından annelerinin karnının üstünde bulunan keseye doğru ilerler. Zaten o şekilde annesinin kesesine yerleşmezse yaşaması imkânsızdır. Yavru koala annesinin kesesine yerleştikten sonra beş ay oradan çıkmaz ve annesinin sütüyle beslenir. Beş ayın sonunda yavaş yavaş keseden kafasını çıkarmaya başlar. Hattâ bu dönemde yavru bir koalayı kafası keseden dışarıya sarkmış şekilde uyurken görmeniz sıradan bir olaydır. Altıncı aya yaklaşırken bebek koala küçük okaliptüs yaprakları ve bunların yanında pap adı verilen ve anne koalanın vücudunda üretilen bir maddeyle beslenmeye başlar. Bol miktarda protein içeren pap, yavrunun yeni yemeye başladığı okaliptüs yapraklarının sindirimine yardımcı olur. Paplar bir nevi anne sütünden okaliptüs yapraklarına geçiş mamasıdır. Yavru sekizinci ayına girdiğinde keseden çıkıp annesinin sırtına tırmanmaya başlar. Bir yaşına gelinceye kadar kâh annesinin sırtında, kâh kesede dolaşır. Sonra da annesinden ayrılarak kendisine ait bir ağaç bulup başının çaresine bakmayı öğrenir.
Eski Avustralya yerlilerinin “uyuşuk hayvan” diye de andıkları koalalar, çoğu hayvan gibi çeşitli sesler çıkararak iletişim kurarlar. Erkek koalalar kendi sosyal rütbelerini ispatlamak için kaba homurtular çıkarırlar. Anne ve bebek koalalar ise erkeklere göre çok daha yumuşak sesler çıkararak anlaşırlar. Bütün koalaların kullandıkları ortak bir dil ise, bir yerleri ağrıdığında bebek ağlamasını andıran sesler çıkarmalarıdır. Ayrıca ağaçlara pençeleriyle çeşitli işaretler koyarak da haberleşirler. Koalalar insanlardan uzak bir ortamda on yaşına kadar yaşayabilirler. Ancak, koalaların özellikle 1900’lü yılların başlarından beri insanlardan uzak bir ortamda yaşaması imkânsızlaşmıştır. O yıllarda Avustralya’da sayısı milyonlarca olan koalalar, 1908-1927 arasında Avrupa’dan insanlar Avustralya’ya göç etmeye başlayınca, bu sayı 100 bine kadar düşmüştür. İnsanlar ya yumuşak kürkleri için onları öldürüyor, ya da onların tek yiyecek kaynakları olan okaliptüs ağaçlarını yok ediyorlardı. Kaynaklara göre o tarihlerde iki milyon koala öldürülmüş, ülkedeki okaliptus ağaçlarının da % 80’i yok edilmişti. Bunun üzerine Avustralyalılar daha fazla koalanın ölmemesi için kanunlar koydular. Günümüzde Avustralya’da koalaları korumak için çeşitli dernekler kurulmuştur. Fakat buna rağmen Avustralya Koala Vakfı’nın yaptığı bir açıklamaya göre, halen yılda 4 bin koala öldürülüyor

3 Ocak 2008 Perşembe

METOMORFOZ


METOMORFOZ
Hep Tırtıl olarak mı kalacaksın…
Hep yerde mi sürüneceksin bir böcek gibi… Ne zaman kanatlanacak ve uçacaksın?
İmkânsız mı? “çok geç!” mi diyorsun?
Hayır, sen de bir kelebek olabilirsin!
Kendi kendinin engeli olma… Karar verdin mi? Öyleyse ne duruyorsun? Aş kendini… Kişiliğini yenile… İçinden yeni bir insan çıkar. Yeniden başla…
Her yeni gün yeni bir dünyanın kapısı, sen niçin yepyeni bir kişilik sergilemeyesin!
Bir dene… Olmadıysa bir daha dene!
Yarını niye bekleyesin ki… Bugün başla! Ancak bugüne sahip olabilirsin. Bugün de dün yarındı. Bugünse yarın dün olacak ve sen hala yarını bekliyor olacaksın. Günlerin beklemekle geçecek, ömrün akıp gidecek ve sonra bekleyecek yarınlarında kalmayacak.
Soruların cevap bekliyor. Sorular ruha batmış dikenlerdir. Seni rahatsız ediyor. Sorunlar bekliyor ve canını acıtıyor. Çöz onları. Çözmek rahatlamaktır. Düşünmeden yaşamaksa, yaşamamaktır.
Farklı olmak mı istiyorsun, öyleyse kendin ol. Çünkü her insan orijinaldir, fakat pek az insan kendisi olmayı göze alabilir. Her yer kendini gerçekleştiremeyenlerle dolu
Seni fark etmiyorlar, seni anlamıyorlar, öyle mi? Öyleyse sen kendini anlatamıyorsun, suçu başka yerde arama, bu kolaycılıktır. Gel sen zoru seç.
Zoru başaran farkını fark ettirir.
Başkasının gözüne girmek… Bunun ne önemi var?
Sen kendi gözünden düşme yeter.

GÜNEŞİN SESİ


GÜNEŞİN SESİ
Güneş her sabah sessizce doğar, her akşam sessizce batar.
Ama zanneder misiniz ki orada, 150 milyon kilometre ötede her şey sessizce olup bitiyor?
Sesinde bir sıcaklığı var. Ama biz hissedemeyiz.
Dünyadaki en dehşetli gürültüleri bile ses enerjisine dönüştürecek olsanız, tesirini fark edemezsiniz.
Oysa Güneşte işler daha farklıdır.
Oysa güneşin merkezinde 15 milyon derece olan sıcaklık, yüzeyinde 6 bin dereceye kadar düşer. Fakat güneşin atmosferinde, birdenbire 2 milyon dereceye fırlar.
Neden yüzeyde 6 bin, atmosferde 2 milyon sıcaklık?
Aradaki fark, işte güneşin gürültüsüdür. Çünkü ses dalgaları, ışık gibi uzayda yayılamaz.
Yayılamayınca, hareket enerjisi kılığına girer ve geri döner.
Ve güneşin atmosferini cehennem gibi ısıtıverir.

Güneş sessizce doğar, sessizce batar. Işığıyla bizi aydınlatır, sıcağıyla bizi ısıtır.
Fakat dehşetli naralarıyla bizi ürkütmez. Binlerce jet motorunun sesini bastıracak bir gürültü içinde hayatımızı bize zindan etmez.
Çünkü ışığıyla, sıcaklığıyla ve sesiyle, güneş bir kanuna göre hareket eder. Ve o kanun sahibinin izni olmadan güneşin bize ne bir faydası dokunur, ne bir zararı.
Eğer “ses dalgaları uzayda yayılmaz” şeklindeki bir kanun çok basit görünüyorsa, her nefeste bizi kuşatan diğer ”basit” kanunlara bir göz atın:
En büyük nimetleri, bize günlük hayatın “basitliği” içinde sunan bir hikmetin büyüklüğünü görmekte güçlük çekmeyeceksiniz
.