30 Ocak 2008 Çarşamba

YUVA ASALAKLARI -GUGUK KUŞU-


Yuva Asalakları
YUVA ASALAKLARI Mustafa ATALAR Kültür ve Turizm Bakanlığı Başmüfettişi

İbret gözüyle bakabilenler için dünyadaki diğer canlıların yaşamlarında sayısız dersler vardır. Özellikle kuşların hayat macerası ibretlik olaylarla doludur. Dünyada kuşları inceleyen “ornitoloji” adlı bir bilim dalı bile mevcut. Bizler, maalesef pek çok alanda olduğu gibi bu alanda da oldukça geri kalmışız. Halbuki Rabbimiz: “Üstlerinde kanatlarını aça-kapata uçan kuşları (hiç) görmediler mi? (Mülk:19) buyurarak, bizden ibret nazarlarımızı kuşlar üzerine de çevirmemizi emrediyor. Öyleyse biz de gücümüz yettiğince, bu emre de uymaya çalışarak, yönümüzü kuşlar tarafına çevirelim, bakalım neler görebileceğiz. Bu yazımda, ibretlerle dolu “ornitoloji” bilim dalının verilerinden yararlanarak, benim de baharı müjdeleyen sesleriyle büyüdüğüm gugukkuşlarının çok ilginç üreme ve çoğalma alışkanlıklarından söz etmek istiyorum. Ilıman ya da sıcak iklim bölgelerinde yaşayan göçmen gugukkuşları ilkbaharı müjdeleyen ötüşleri kadar, “yuva asalağı” olmalarıyla da ünlüdürler. Bu kuşlar, yumurtlamak ve yavrularını büyütmek için kendileri yuva hazırlamazlar. Yumurtalarını başka kuşların yuvalarına bırakırlar ve yavrularını onlara beslettirip büyüttürürler. Gugukkuşları, görünüş ve uçuş tarzı olarak atmacaya benzerler. Uzun ve sivri kanatlı, uzun kuyruklu, iyi uçucu, oldukça da büyük boy bir kuş olmalarına rağmen böcekçildirler ve özellikle tırtıllarla beslenmeyi severler. Afrika’nın çeşitli bölgelerinde kışladıktan sonra, mart-nisan aylarında kuzeye ve Avrupa’ya göç ederler. Üreme mevsimi geldiğinde, dişi guguk kuşu çevreyi dolaşarak yumurtaları için uygun yuvalar ve bakıcı ana babalar aramaya başlar. Dişi guguk kuşu, gözüne kestirdiği kuşların yuvalarını iyice gözetledikten sonra, 10-12 yumurtasından her birini bir ötücü kuşun yuvasına bırakır. Bunun için yuvanın boş kaldığı bir zaman aralığında yuvaya konar, yuvadaki yumurtalardan birini yiyerek veya çalarak imha ettikten sonra yerine kendisi bir tane yumurta bırakır. Yumurtasının rengini ve büyüklüğünü de yuva sahibi kuşunkine benzetir. Ev sahibi kuş, çoğu zaman bunu kendi yumurtası sanır. Gugukkuşu, yumurtasını bıraktıktan sonra da zaman zaman yuvayı kontrol etmeyi ihmal etmez. Eğer yuva sahibi kuş, bir yırtıcı kuş tarafından avlanır veya şiddetli bir fırtına ile yuva bozulursa, yumurtasını hemen oradan alıp başka bir yuvaya bırakır. Gugukkuşu, iri vücutlu olmasına rağmen, yumurtası küçüktür. Gerektiğinde gugukkuşu onu boğazında da taşıyabilir. Gugukkuşu yavrusu, 12 gün sonra genellikle üvey kardeşlerinden önce doğar. İlk dört gün gözleri daha açılmamış ve tüysüzdür. Gugukkuşu yavrusunun ilk işi yuvanın esas sahibi kuşun öz yavrularını ve yumurtalarını yuvadan aşağıya atmaktır. Üvey ana-baba yuvada yokken, akrobatik hareketlerle yumurtadan yeni çıkmış veya henüz çıkamamış üvey kardeşlerini tek tek yuvadan atar ve sonunda yuvada tek başına kalır. Yuva sahipleri yumurtalarının yok olmasının ve öz yavrularının yuvadan aşağı düşüp börtü böceğe yem olmasının nedenini bir türlü anlayamazlar. Belki de olan biteni, kendi yavrularının beceriksizliğine, zayıflığına, acizliğine bağlarlar. Bu gafil ana babalar, kendi yuvalarının altında kırık yumurta kabukları arasında kimisi can çekişen, kimisi canhıraş feryatlarla başlarına gelen uğursuzluğu haykırıp son bir gayretle seslerini öz ana babalarına duyurmaya çalışarak onları imdada çağıran, kimisi de çoktan ölüp parçalanmış ve üzerlerine türlü türlü haşerat üşüşmüş öz yavrularından habersiz gugukkuşu yavrusunu kendi yavruları sanarak büyütme telaşındadırlar. Kimbilir belki de, bu iriyarı, farklı ve kendi cinslerinden daha güzel ve yakışıklı buldukları yavruyu Allah’ın kendilerine bir lutfu olarak kabul ediyorlardır. Bu yavru o kadar hızlı büyür ki daha üç haftalıkken üvey anne babalarından daha iri hale gelir ve küçük yuva ona dar gelmeye başlar. Üvey ana baba, kendilerinden kat kat büyük olan, onlara hiç benzemeyen, her geçen gün daha da farklılaşan bu yabancı ve azman yavruya haftalarca hem de iyice zorlanarak böcek ve tırtıl taşımaya devam ederler. Bir türlü bu yabancı yavrunun bir yuva asalağı olduğunu, esas yavrularının acımasızca onun tarafından öz yuvalarından atıldığını, çektikleri zahmet ve emeklerin kendilerine de, türlerine de hiçbir faydasının olamayacağını anlayamazlar, ya da anlamak istemezler. İşin ilginç yanı, gugukkuşu gidip başkasının yuvasına, hem de o yuvadakilere benzer bir yumurta bıraktığı halde, yumurtasından başka bir şey değil, yine bir guguk kuşu yavrusu çıkar. Bu yavrular, tamamen yabancı ellerde yetiştikleri, kendi öz ana babalarını hiç görüp tanımadıkları, onlar tarafından bakılıp eğitilmedikleri, görülüp gözetilmedikleri halde; sonunda yine de tam anlamıyla bir guguk kuşu olurlar, her şeyleriyle gugukkuşu özellikleri ve karakterleri gösterirler. Kendilerini bakıp büyüten üvey ana babalarına şeklen hiç benzemedikleri gibi, onlardan huy ve karakter de almazlar. Gugukkuşu yavruları, aşağı yukarı altı haftalıkken ergenleşirler. Ergen hale geldiklerinde, hiçbir minnet hissi duymadan, asalağı oldukları yuvayı da bozup dağıtarak terk ederler ve eş aramaya çıkarlar. Tabii eşlerini, kendilerini besleyip büyüten kuşların cinsinden değil, gugukkuşlarından seçerler. Oldukça geç doğan gugukkuşu yavruları bile, olgunlaşır olgunlaşmaz, kendi türü kuşlar çoktan göç etmiş olsalar da, eylül ayı sonlarında üvey ana babayı ve asalağı oldukları yuvayı terk ederek güneye doğru kanat açarlar. Tek başlarına olsalar da, iç güdüleriyle binlerce kilometrelik yolu kat ederek Büyük Sahra’yı aşıp, Afrika’nın tropikal ormanlarına, ergen guguk kuşlarının yanına giderler. Gugukkuşları, genelde çilardıcı, çitserçesi, incir kuşu, çitkuşu, ak kuyruksallayan gibi ötücü kuşların yuvalarını kullanırlar. Bütün kuşlar, yuvalarında kendi yavruları yerine yabancı kuşların yavrularını besleyip büyütecek kadar fark ve temyiz kudretinden yoksun değildirler. Aksine bu tür aptal ve gafil kuşlar diğerlerine oranla çok daha azdır. Ama gugukkuşları, yumurtalarını bırakıp, yavrularını büyüttürecekleri aptal, fark ve temyiz kabiliyetinden yoksun kuşları arayıp, bulmakta çok mahirdirler. Nesillerini ve varlıklarını bu becerileri sayesinde devam ettirirler. Kuşların çoğu, gugukkuşunun veya yabancı bir kuşun yumurtasının üstünde asla kuluçkaya yatmazlar ve başkalarının yavrularını da beslemezler. Yuvalarına bir yuva asalağı dadandığını anlayan uyanık kuşlar, bu yabancı yumurtayı hemen fark ederler ve onu derhal yuvalarından atarak, kırarak, götürüp bir yere gömerek yok ederler. Hatta bazı kuşlar, belki de başkalarına nesil yetiştirme, yabancılara hizmet etme endişesine kapıldıkları için olacak, mevcut yuvayı terk ederek daha güvenli bir yuva kurmayı bile tercih ederler. Bazı kuşlar da, yumurtayken fark edemedikleri yabancı yavruyu, yumurtadan çıktıktan sonra bakıp büyütmek bir tarafa, yaşatmazlar bile. Örneğin; benim doğduğum yerde, küçüklüğümde komşumuzun oğlunun, karga yuvasından tavuk civcivi aldığını hatırlıyorum. Nasıl yaptığını sorduğumda bana, karga yumurtalarını alarak yuvaya tavuk yumurtaları koyduğunu, civcivlerin çıkma zamanı gelince, daha yumurtalar çatlarken civcivleri aldığını, eğer civcivler çıkmadan yetişemezse, bunların kendi yavruları olmadığını gören kargaların hemen bu civcivleri öldürüp yuvadan aşağı attıklarını anlatmıştı. Yine bir dostumdan dinlemiştim: Onların memleketine de yazın leylekler gelirmiş. Leylekler eşlerine çok sadık ve zeki kuşlarmış. Ağaçlara, çatılara, bacaların tepelerine yuvalarını kurarlar, her sene gelir aynı yuvayı tekrar onarırlar, burada yavrularını büyütürlermiş. Köy halkından birisi, bir gün evinin yakınındaki yuvadan leyleklere fark ettirmeden leylek yumurtalarını alıp, yerine tavuk yumurtaları koymuş. Köylü komşu, “Yapma, etme, yazıktır, günahtır!” dedilerse de adam kulak asmamış. Bir sabah köy, yüzlerce leyleğin bu yuva etrafında toplanıp “laklaklak” sesleriyle bağırıp çağırışlarıyla uyanmış. Meğer yumurtalardan leylek yavrusuna hiç benzemeyen civcivler çıkınca ortalık karışmış. Yuvadaki civcivlerin ve dişi leyleğin etrafında dönen tartışma saatlerce sürmüş. Sonunda başta baba leylek olmak üzere bütün leylekler bir olup dişi leyleğin üzerine üşüşmüşler ve hem dişi leyleği, hem de civcivleri gagalayıp öldürmüşler. Korkusundan ve üzüntüsünden ne yapacağını bilemeyen adam, en sonunda herkese ibret olacak çok acıklı durumlara düşmüş. Köylüler de adamın başına gelenleri bu olaya bağlamışlar. Kuşlarla ilgili hikayelerin sonu gelmez. Ama kıssadan hisse odur ki; sahte benzerliklere asla kanmamalıdır. Gugukkuşu yumurtasından, gugukkuşundan başka bir şey çıkmaz. Her kuş kendi cinsiyle uçar, konar, göçer. Fark ve temyiz sahibi olmadıkları için kendi yavrularıyla gugukkuşu yavrularını ayırt edemeyen, kendi yavrularının gugukkuşu yavrularınca öz yuvalarından atılarak heder edilmelerine göz yuman ana babalar, en sonunda emekleri boşa gitmiş, herkes tarafından kınanıp alaya alınmayı, gagalanmayı hak etmiş, yuvaları darmadağın olmuş bir halde elleri koyunlarında müflis ve acınacak bir hale düşmeye mahkumdurlar. İnsanların da çoğu insan yiyicidir. Bu gibilerin hatır sayması, saygı ve sevgisi tuzağa konmuş yemlerden başka bir şey değildir. Gerçek dostlarla, sahtelerini ayırt edemeyenler, dost görünüşlü düşmanlarının yalan sözlerine, yapmacık tavırlarına, hile ve desiselerine kanarak dostlarının elini bırakıp düşmanlarının elini tutanlar tez zamanda yüzüstü kapaklanır, tepetaklak olur, yuvarlanır giderler. Kimsesizlik bile yanlış adamlarla dostluktan çok daha iyidir. Allah cümlemizin basiret ve ferasetini artırsın, sonumuzu hayırlara tebdil eylesin! Yazar: Mustafa Atalar

Hiç yorum yok: