17 Şubat 2008 Pazar

Rambo’dan seyirciye tuzak


Rambo’dan seyirciye tuzak
BURÇİN S. YALÇIN
Sylvester Stallone, Rocky serisine altıncı halkayı eklediğinde bu onu bu sayfalarda da uğurlamıştık. Şimdi sıra Rambo’da. “İlk Kan” serisine çektiği dördüncü film “John Rambo”yla Stallone, bir kahramanını daha son kez tozlu mahzeninden çıkarıyor.
Tıpkı Rocky gibi, John Rambo da sinema tarihinin en nadide kahramanlarından biri. Yıllar yılı faşizan eylemlerinin peşi sıra bizi de sürükleyerek kendisine karşı içimizde beslediğimiz ikircikli bir canavarın büyümesine engel olamadı. Hadi bu canavarın ismini koymaktan kaçmayalım: İntikam… John Rambo, Amerikan sağının 1980’ler sinemasındaki bir numaralı tetikçisine, dönemin ABD başkanı Reagan’ın neredeyse sağ koluna dönüşmüştü 80’lerin sonuna doğru. (Bunda Sylvester Stallone’nin de sağa meyleden politik görüşünün ve zamanlamasını buna göre şekillendirdiği filmografisinin payı vardır, hatırlarsanız 1985 yapımı “Rocky IV”te de Rus boksör Ivan Drago’yu Sovyetler Birliği bayrağının önünde yere seriyordu.) 1985 yazında gösterime giren “İlk Kan 2”de Vietnam’daki Amerikalı esirleri kurtardığı sıralarda Reagan da gerçek hayatta (haziran ayında) Lübnan’da rehin alınan 39 Amerikalının salıverilmesi için ter döküyordu. Ve rehinelerinin serbest bırakılmasının ardından Amerikan kamuoyuna ağzından şu cümleler dökülecekti: “Geçen gece Rambo’yu izledikten sonra, artık benzer bir olay başımıza geldiğinde ne yapılacağını biliyorum.” Sadece bu sözleri duyan birisi bile Rambo isminin 1980’leri tanımlayan birkaç kelimeden biri olduğuna hükmedebilir. Sadece toplumsal olarak değil, politik olarak da… 1988’de “Rambo III”te gerçek bir ‘komünist-savar’ görevi gördükten ve Sovyetler’e gereken dersi verdikten yalnızca birkaç yıl sonra, biliyorsunuz, Doğu Bloku çöktü; sinemasal anlamda da tıpkı Chuck Norris, Rambo ve elbette James Bond gibi Soğuk Savaş’ın kirli çarklarından beslenen kimi aksiyon kahramanlarının misyonlarının da böylece sona erdiğini sanıyorduk ama yanılmışız. En azından son ikisinde… Bond, nazar değmesin, belki de en kârlı maceralarını Soğuk Savaş ertesinde yaşadı. Ve nihayet Rambo da tam 20 yıl sonra o dillere destan bıçağını eline alıyor.
O bir Yeşil Bereli!
Kim ne derse desin, Rambo bir dönemin simgesi. Ve o simge bir şekilde bugüne damgasını vurmak için geri dönüyor. Gelin önce eski filmlere bir göz atalım, oradan da yeni filmdeki görevi kısaca inceleyelim.
Her Rambo filmi, kahramanına da savaşmak için bir bahane, bir misyon biçer. İlk film “İlk Kan”, Vietnam’dan yorgun argın dönen bir gazi olarak resmeder onu. Savaştaki yakın bir silah arkadaşını ziyarete gelmiş; ama ne yazık ki savaşta Amerika’nın kullandığı kimi kimyasal bombaların da etkisiyle erken yaşta bu dünyadan göçüp gitmiştir bu arkadaş. Kasabadan ayrılacakken şerifin küçük çaplı bir tacizine uğrar ve kısa sürede kendisini kodeste bulur. Amerikan tarzı bir işkenceden geçtikten sonra hücresinden kaçar ve intikam alabilmek için de soluğu ormanda alır…
İlk filmi izleyenler sanırım hemfikirlerdir, fikirsel bazda Rambo serisinin politik anlamda en doğru doneler üstünde akan filmi budur. Kaybedilmiş bir savaştan dönmüş bir kahramandır o; ama her nasılsa beklediği destekten ziyade ummadığı bir köstekle selamlanır kasabanın şerifi tarafından. Zaten Rambo’nun yıldızının otoriteyle asla barışmadığı serinin sıkı takipçilerinin onaylayacağı bir gerçektir. Tabii büyük bir sadakatle bir dediğini iki etmediği, akıl hocası Albay Samuel Trautman’ı saymazsak…
İlk filmin yakaladığı büyük popülariteyi, üç yıl sonraki devam filmi “İlk Kan 2” izledi. Rambo bu kez Vietnam’da mahsur kalmış Amerikan esirlerine el veriyordu. Bu misyonla neredeyse tüm bir Vietnam savaşının intikamını almayı başarıyor, bir kez daha savaş alanından büyük bir zaferle ayrılıyordu.
Üçüncü filmde Sovyetler’in eline düşen albayı için canını hiçe sayıyor, üstelik görevinin sonunda albayını ipten almakla kalmıyor, tüm Afganistan’ı işgalden kurtarıyordu. Dimyat’a bulgura giderken avuç avuç pirinçle dönmek gibi bir şeydi bu muhakkak. Ekran kararmadan önce “Bu film cesur Afgan mücahitlerine adanmıştır” ibaresini okumanız bile mümkündü.
Şimdi gerekliliği tartışılır dördüncü bir filmde, üstelik ilk kez seri boyunca Stallone’nin yönetmenliği altında, Rambo tekrar sinema perdesinden bizlere bubi tuzağı kurmaya hazırlanıyor. Irak’ta Amerikan askerleri insanlığı ayaklar altında dümdüz ederken, o da utanmadan soluğu bir kez daha Uzakdoğu’da alıyor. Stallone’ye yakın tarihte bununla ilgili bir soru sorulmuş: ‘Sizce neden Rambo, Irak’ta değil de, artık Tayland’da devam ediyor eylemlerine?’ Cevabı basit. “Çünkü eğer görevi Irak’a taşısaydım, oradaki askerlerimize saygısızlık etmiş olurdum.” Evet, böyle buyuruyor Stallone ve açıkçası kurşunlarını işine geldiği insanlara işine geldiği biçimlerde dağıtma politikasını da iyiden iyiye ele veriyor.
Serinin dördüncü filmi şu sıralar Amerikan gişelerinde eski filmlerinkini mumla aratan bir performansa imza atmakta. Ama yine de bu, o kadar olmasa da, bu filmin de belli ölçüde ilgi gördüğü gerçeğini değiştirmiyor. Stallone bir kez daha içindeki canavarı sinemaya salıyor. Enikonu bir karşılık da alıyor.
“Rambo III”te işkence altındayken Rambo’yu nasıl bulabileceğini soran Sovyet askerine Albay Trautman’ın da dediği gibi: “Sizin onu bulmanıza gerek yok, o sizi bulur.” Gerçekten de öyle, John Rambo bizi bir kez daha buluyor…

http://genclik.zaman.com.tr/?bl=8&hn=1208

Hiç yorum yok: