8 Mayıs 2008 Perşembe

Kâzım Karabekir Paşa’nın Edebî Yönü


Kâzım Karabekir Paşa’nın Edebî Yönü

Ölümünün 59. yılında rahmetle andığımız İstiklâl Harbimizin Büyük Komutanı Kâzım Karabekir Paşa’nın asıl mesleği askerliktir. Zaten bugüne kadar onunla ilgili olarak yapılan çalışmalarda ve yazılan eserlerde de öncelikle onun askeri yönü ele alınmıştır. Daha sonra siyasi ve eğitimci yönlerinin de incelendiğini görüyoruz. Ancak, hemen belirtmeliyiz ki, Kâzım Karabekir’in askerî ve siyasî kişiliğinin gölgesinde kalmış gibi görünse de, araştırılması gereken, çok önemli bir yönü de edebî yönüdür. Toplam sayısı 44’ü bulan bir eser külliyatının sahibinin elbette yazarlığı ve edebiyatçılığı da araştırılmalıdır.
Ben öncelikle Kâzım Karabekir Paşa konusunda araştırma yapanların dikkatlerini bu yöne çekmek istiyorum. Bu yazımda -bir yazının sınırını aşacağı için- onun yazarlığını ve şairliğini tam olarak incelemem elbette mümkün değildir. Onun için bu hususa sadece ana hatlarıyla temas etmekle yetineceğim.
Günümüz nesillerinin bir komutan ve siyaset adamının aynı zamanda güçlü bir yazar ve şair olmasını anlatmaları oldukça zordur. Bunu anlatabilmek için, dünkü medeniyetimizin insan ve eğitim anlayışını bilmeleri gerekir. Ancak, o zaman Kâzım Karabekir ve çağdaşlarında gördüğümüz çok yönlülüğü izah edebiliriz.
Bu konuyla ilgili olarak üniversitemizin eski rektörlerinden rahmetli Prof. Dr. Erol Güngör Hoca’mızın bir hatırasını nakletmek istiyorum. Erol Hoca “Türk Kültürü ve Milliyetçilik” adlı eserinde bu hatırasını şöyle dile getiriyor: “Askerlik hizmetimi yaptığım sırada o zaman korgeneral rütbesinde bulunan bir zat benden şu sualin cevabını istemişti: “Benim babam Osmanlı Ordusunda binbaşı idi, Cumhuriyet devrinde de askerî lisede bana hocalık yaptı. İyi Fransızca bilirdi, çok güzel resim yapardı, çok iyi öğretmen idi. Arkadaşları da hep kendisi gibi meziyetli insanlardı. Ben korgeneral rütbesindeyim. Sanattan anlamam, yabancı dil bilmiyorum, Türkçeyi kusursuz bildiğimden de şüpheliyim. Bu nasıl oluyor?”
Bu soruyu soran ve kendinden şikâyet eder görünen general hakikatte kendi dengi olan pek çok asker ve sivilden daha bilgili idi.”
Bu örnekte de görüldüğü gibi bizim medeniyetimiz çöküş döneminde bile bütün vasıflı, çok yönlü ve çeşitli meziyetleri kendisinde toplamış örnek insanlar yetiştirebiliyordu.
İşte, Kâzım Karabekir Paşa bu insanların en önde gelenlerinden birisidir. Komutandır, siyasetçidir, diplomattır, devlet adamıdır, yazardır, şairdir, eğitimcidir, en az üç yabancı dili iyi seviyede bilir (Almanca, Fransızca, Rusça).
Bir insanın bu şekilde çok yönlü meziyetlerle donanmış olmasının sırrı onun yetişme şeklinde ve aldığı eğitimde gizlidir.
Paşanın edebi kimliğini iyi anlayabilmek için, eğitim çağından itibaren hayatını incelemek gerekir.
Karabekir Paşa’nın öğrencilik döneminden itibaren en çok tarih ile millî ve edebî eserleri okuduğunu görüyoruz. Daha sonra savaş sırasında “Seferî-Çadırlar” içinde bile yeni basılan kitapları dostları aracılığı ile İstanbul’dan Cephe’ye getirttiğini gösteren belgeler “Resmi Dosyası”nda yer almış bulunuyor. Bu çok okuma merakı, kendisini mükemmel yetiştirme isteğinin sonucu ortayı çıkmıştır sanıyoruz.
Kara Kuvvetleri Komutanlığı Arşivi’ndeki “Kâzım Karabekir Paşa Dosyası”nda, 1916 ve 1917 yıllarında, İstanbul’dan Cephe’ye kitap ısmarlayıp getirttiğini gösteren belgeler vardır.
XVIII. Kolordu Kumandanı iken 1 Aralık 1916 günü Irak’taki “Kût”tan, Başkumandanlık vekâleti Celîlesi İstihbarat Şube Müdürü, Seyfi Bey’e yazdığı “489 Numaralı Şifre” ile şunları istemiş:
“(İstihbarat’daki) şube’de kullanılan, Muhtıralı takvimden 250, cep için Muhtıra Defteri’nden on nüsha; “Avrupa’da Ne Gördüm, Fitnen, Şanlı Asker, Bozgun, Tesâdüf, Kuyruklu Yıldız Altında İzdivaç” adlı risalelerden, dörder nüshanın çabucak gönderilmesini, Şubedeki Nusret Efendiye emir buyurun. Ona, Telgraf poliçesi ile (altun) yirmi lira gönderdim. Yetmezse bildir ve paranın gelişini beklemeyerek, satın alınarak postaya verilmesini, son derece rica ederim.”
Kâzım Karabekir Paşa çok okuyan birisidir. Yine bu cümleden olarak; Harp Akademisinde Tolstoy’un eserlerini okuduğunu biliyoruz.
Güçlü bir edebiyatın ve iyi bir edebiyatçının yetişip gelişmesi için sağlam bir dile, büyük bir dile ihtiyaç vardır. Shakespeare, V. Hügo, Goethe, Dostoyevski, Fuzuli ve Yunus, güçlü dillere yaslandıkları için büyük sanatkâr olmuşlardır.
Afrika’nın kabile dillerinden biriyle yazan bir şair ya da yazar dünya çapında sanatçı olamaz. Çünkü şair ve yazarların kalitesi kullandıkları kelime kadrosuyla doğrudan ilgilidir. Reklâmla, propagandayla büyük sanatçı olunmaz. Bir kısım insanların Nobel’e aday gösterelim diye bar bar bağırdığı bazı yazarlarımızın eserlerinde kullandıkları kelime çeşidi maalesef dört bini geçememektedir. Bu çok vahim bir durumdur. Yukarıda ismini saydığım büyük yazar ve şairler en az yirmi bin kelimeyle yazanlar, örnek olsun diye söylüyorum: meselâ, Peyami Safa romanlarını on altı bin kelimeyle yazmıştır.
Karabekir’in eserleri üzerinde örnekleme metoduyla yaptığım küçük çaplı çalışma sonunda ulaştığım kanaat şudur ki; Karabekir Paşa en az 6-7 bin çeşit kelime kullanmıştır.
Dil ve edebiyatın birbiriyle olan bu sıkı ilişkisinden dolayı, O’nun edebî yönüne ilişkin diğer açıklamalara geçmeden, dil konusundaki görüşlerine kısaca temas etmek istiyorum: Prof. Dr. Nuri Köstüklü’nün “Kâzım Karabekir Paşa’nın Dil Konusundaki Görüşleri” adlı makalesi, bu konuda yapılmış çok ciddi bir çalışmadır. Biz de Paşa’nın dil konusundaki görüşlerine ilişkin bilgileri daha çok bu makaleden aldık.
Karabekir Paşa’nın dille ilgili görüşlerini şu maddelerde toplamak ve özetlemek mümkündür.
1- Halkın anlayacağı bir dille hitap etmek, yabancı kelimelerden ziyade Türkçe kelimeleri kullanmaya dikkat göstermek gerekir. Paşa, bu noktada konuşma dili ile yazı dilinin aynı olmasını isterken Türkçülerle aynı düşünür.
2- Dilde tasfiyecilikten uzak bir sadeleşmeye gidilmesi kanaatindedir. Bu çerçevede dilimizin, kitaplarımızın Arap ve Acem kisvesinden kurtarılmasını kaçınılmaz bir ıslahat olarak görmektedir.
Milli mücadele döneminde Erzurum ve Sarıkamış’ta yayınlanan gazeteler vasıtasıyla “dil” konusunda değerli hizmetler yapmıştır.
Karabekir’in teşvik ve himayesinde yayınını sürdüren Erzurum Albayrak gazetesinde dil konusunda olumlu adımlar atılmıştır.
Yine Sarıkamış’ta Kâzım Karabekir’in emirleriyle yayına başlayan v onun kontrolünde devam eden “Varlık” gazetesinde de dilde sadeleşmenin güzel örnekleri görülür. Gazete adının hemen altında “Dilimiz Açık Türkçe Halk Dilidir” ibâresi yer alır.
“Dilde tasfiyeciler”i Arapça ve Farsça kelimelerin temizlenmesini isterlerken, batı dillerinden gelmiş kelimeler karşısında ise tavır almayan… sadece İslâm medeniyetinden gelme kelimeleri temizlemek isteyen” kişiler olarak tarif etmiştir. Kendisi batı dillerinden gelme kelimeler karşısında da tavır almıştır. Mesela; Yunancadan gelme “tiyatro” yerine “ibret” sözünü kullanmış ve yazmış olduğu eğitici oyunlara “Şarkılı İbret” adını koymuştur. “Şarkılı İbret” ibaresini batıdan gelme “operet” kelimesiyle karşılayanlar da vardır.
3- Bilindiği gibi Ziya Gökalp ve Ömer Seyfettin millî dilin meydana getirilmesi için özellikle İstanbul Türkçesinden faydalanmak gerektiğini belirtmişlerdir.
Kâzım Karabekir’de açmış olduğu okullarda Ziya Gökalp ve arkadaşlarının dil anlayışları doğrultusunda uygulamalar yapmıştır. Bu okullarda dil eğitimine önem vermiş ve eğitimde İstanbul Türkçesini esas almıştır.
4- Dilde ahengin milletlerin fıtratından kaynaklanan bir hâdise olduğu görüşündedir. Bu konuda şöyle diyor:
“Ancak muayyen şekillerden başka bir yerde kullanılmayan isimler de vardır. Bunları lâtif, zarif ve anlayışlı Türkçe mukabilleri varken el’an kullanıyoruz. Her halde çocuk “tıfıl”dan sevimli, çocuklar “eftal”den anlayışlı, kız “inas” veya “binat”dan samimi, yeşil “ahzer”den hürmetlidir. Yetimler evi “daru’l eytam”dan çok daha şefkat cezbeder.
Kısacası, Karabekir, dil konusuyla yakından ilgilenmiş bir şahsiyettir. Bu hususu şu örnekle bitirelim: Atatürk 1916 yılında Dolmabahçe Sarayı’nda açılan Milletlerarası Tarih ve Dil Kongresi’nde Kâzım Karabekir Paşa’nın bulunmadığını görünce, derhal özel davetlisi olarak çağrılmasını istemiş ve “Karabekir Paşa, maârif, dil ve tarih konularıyla uğraşmış bir arkadaşımızdır” diyerek O’nun dil konusundaki hizmetlerine işaret etmiştir.
Kâzım Karabekir Paşa’nın ilk gençlik yıllarında, musikî ve resim ile uğraştığı gibi, şiir yazmaya da başladığı anlaşılıyor. Şiirlerinin konusu vatan, bayrak, din, aile, insanlık sevgisidir ve şiirleri hece vezni ile ve serbest tarzda kaleme alınmıştır. Yazmış olduğu şiirlerini “Benlik” adlı kitapta toplamıştır. Bu kitaptaki şiirlerinin ortak vasfı, içten, samimi ve ideal duyguların eseri olmalarıdır.
Karabekir Paşa’nın daha önce sayısını belirttiğimiz 44 eseri üç grupta mütalâa edilmektedir.
1- Eski yazıyla basılanlar
2- Yeni yazıyla basılanlar
3- Basılmamış olanlar
Bütün bu eserleri O’na XX. Yüzyılın en büyük yazar Türk Kumandanı vasfını kazandırmıştır.
Bu eserler içerisinde edebî yönü diğerlerine göre biraz daha ağır basanlar ise sırasıyla şunlardır:
1- Öğüdlerim
2- Şarkılı İbret (ki, çok değerli 9 çocuk oyunu ve 7 şarkı ile marş’ın notlarını içine alır. Bunlardan 5. sıradaki “sanâyi-oyunu” temsilini Ankara’da 15 Ekim 1922 gecesi seyreden Mustafa Kemal paşa çok takdir etmiştir. Ayrıca Sovyet Rusya’nın Kars Konsolosu da Paşa’dan müsâde alarak, bunu Rusça’ya çevirtip, Rusya’da temsil ettirmiştir).
3- Ülkümüz Kuvvetli Bir Türkiye’dir.
4- İstiklâl Harbimiz
5- Çocuk Davâmız
6- Türkiye’de Hürriyet Cereyanları
7- Edirne Hatırası
8- Plevne’yi Ziyaret
9- Elemli Günlerim
10- Hürriyet ve İstiklâl Mücadelemizin Ruhî Tahlili
11- Millî Terbiye ve Çocuklar Ordusu
12- Layihalarım
13- Hür Can (roman)
14- Kalp Yolu (psikolojik bir eser)
15- Medeniyet Yolcusu
16- İdeal Millet
17- Çekişmelerim
18- Çocuklar İçin: Güzel Huylar
19- Benlik (kendi şiirlerinin toplandığı kitaptır).
Kâzım Karabekir hakkında yaptığı çok değerli araştırmalar ve yayınladığı eserlerden tanıdığımız Prof. Dr. Fahrettin Kırzıoğlu, O’nunla ilgili şöyle bir yargıya varıyor:
Şimdi, millî kuruluş ve başta üniversitelerimize düşen vazife, Kâzım Karabekir Paşa gibi, büyük Millî Kahramanımız ve XX. Yüzyılın En Büyük Türk Asker Yazarı’nın, kalan eserlerini vârislerindeki el yazmalarıyla düzgün biçimde yeni-yazımıza geçirip, yayınlamaktır. Bu olmadıkça, ne Millî Mücâdelemiz, ne de öncesi ve sonrası, tam aydınlığa kavuşmuş sayılır.”
Sarıkamış’ta 1921 yılında yazdığı ve “Şarkılı İbret” adlı eserinde yer alan, vaktiyle neşeyle yaygın bir şekilde söylenen “Türk Yılmaz Marşı”nda bakınız nasıl sesleniyor:
Cihan-Harbi yangınından, bağrı-yanık Vatan’a
Türk’ü boğmak maksadıyla, girdi düşman askeri,
Kan ve yangın başlamıştır; ırz ve namus kalmıyor;
Tehlikeye düştü vatan, yas içinde her yeri.
Kahraman halk! Kalk, silahlan! Ahd ü peymân Tanrı’ya
Vur! Ve haykır! Türklük ölmez, Türk de yılmaz, ileri!
Çelik gibi kollu, tunçtan ayaklı
Türk hiç yılar mı, Türk hiç yılar mı?
Türk yılmaz, Türk yılmaz!
Cihân yıkılsa, Türk yılmaz!
Göksü imanlı, temiz vicdanlı
Türk hiç yılar mı, Türk hiç yılar mı?
Türk yılmaz, Türk yılmaz!
Cihân yıkılsa, Türk yılmaz!
Düşmana salsa, tek bile kalsa
Türk hiç yılar mı, Türk hiç yılar mı?
Türk yılmaz, Türk yılmaz!
Cihân yıkılsa, Türk yılmaz!
Yazımı O’nun vecizeleşen şu sözüyle bitiriyorum: “Cisimler zerrelerin, milletler de fertlerin değeriyle paha kazanır.”
Kazımkarabekir Belediyesi.
http://www.vaanna.com/

Hiç yorum yok: