30 Aralık 2007 Pazar

PATATESİN MACERALARI



Patatesin Maceraları
Mehlika Tekin
1800’LÜ YILLARDI. Üsküdarda bir manav tezgahının önünde, her halinden zamanın bir hastalığı olan frenk mukallitliğine tutulduğu anlaşılan bir bey, manav efendi ile hararetli hararetli konuşuyor ve fakat, anlaşamıyordu.
“Efendiciğim, şöyle yamru yumru bir şey! Kahverengi mi desem, bakır sarısımı bilemiyorum!? Üzerinde incecik bir kabuk var. Toprağın altında çıkarıldığı için genellikle çamurlu olur. Serttir! Pişirmeden yiyemezsiniz. Amma, şöyle közde iyicene börtletilse, vallahi tadına doyulmaz. Ekmek gibi mübarek! Suda haşlayıp yiyenler de vardır. Fakat bendeniz, közlenmişine müptelayımdır. Ah ah! Paris’te olıcaktımki şimdi. Ah Şanzelizeee..”
Manav bu anlatılanlardan kesinlikle hiçbir şey anlamadı:
“Bre ne soylersın! Kabak mı istersın? Patlıcan mı? Ekmek dersin! Fırına git be yav!”
Velhasıl, manav efendi ile frenkmeşrep bey anlaşamadı. Çünkü sizin de anlayacağınız gibi bey, patates istiyordu. Oysa İstanbul’a patates henüz yeni yeni geliyordu. Gelenler de, şehrin en sosyetik semtlerindeki manavlarda egzotik bir yiyecek olarak satılıyor, lüküs restorantlarda isteyenlere servis ediliyordu. İster inanın ister inanmayın o zamanlar, patates pek fiyakalı bir yiyecek idi.
Patatesin İstanbul’a gelişi aşağı yukarı böyle oldu. Avrupadan geldiği için hemen baş göz üstüne edildi elbette. Keşke, Avrupadan gelen ve baş göz üstüne edilen her şey, patates kadar masum ve faydalı bir nimet olsaydı.
Patatesin bizdeki mazisi nereden bakarsanız bakın, en fazla ikiyüz yıl kadardır. Bugün Anadolu topraklarının öz mahsulüymüş gibi duran patates, aslında Avrupalı bile değildir. Onun asıl vatanı Amerika’dır. Ve oradan Adapazarı’nın bereketli ovalarına kadar gelmesi, oldukça ilginç bir hikâyedir. İşte size bir nimetin sergüzeşti, patatesin öyküsü:
‘KUTSAL’ PATATESİN YOLCULUĞU!

PATATES, ilk olarak Amerika kıtası topraklarında yaratıldı. Inkalar ona biraz fazla önem veriyorlardı. Onlara göre lezzetli patates, aynı zamanda kutsal bir şeydi de.
Kaşif adı verilen İspanyol yağmacılar, Güney Amerika’daki bugünkü adı Peru olan ülkeyi işgal ettiklerinde, İnka hazineleriyle, yerli halkın çok sevip saydığı patatesi de keşfediverdiler. İstilacıların başındaki zalim Pizzaro, yanına birkaç çuval patates alarak, ülkesine döndüğünde sene 1535 idi. Pizzarro, beraberinde getirdiği sandıklar dolusu kanlı altınla birlikte patates çuvallarını da İspanyol kralının önüne seriverdi. Ancak, kral hazretleri:
“Bu altınları anladık da Pizzaro! Şu yamru yumru şeyler de ne? Ta Amerikalardan getire getire bunları mı getirdin kralına!” diye Pizzarro’ya çıkıştı. Böylece patates, Avrupaya ilk ayak bastığında pek bed bir muamele görmüş oldu.
Bu tarihten bir elli yıl sonra, bu sefer de Sir Walter adında bir İngiliz istilacısı Amerikadan çuval çuval patetes yüklenip, ülkesine getirdi. İspanyolların ettiği küfran-ı nimeti, İngilizler patatese karşı yapmadılar. Zaten karnını güç bela doyuran halk, bu mübarek patateslere pek ciddi alâka gösterdi ve sevdi.
Bundan sonraki zamanlarda, Almanya, Fransa, Rusya gibi ülkeler patatese ilgi ve alâka gösterip, ekilmesine ön ayak oldular. Fakat, İngilizlerin aksine kendileri için değil de, hayvanlar için. Çünkü patates, bu ülkelerde uzunca bir süre hayvan yemi muamelesi gördü. Sadece fakir köylüler, arada bir elde avuçta pişirecek bir şey kalmayınca, “Bari patates haşlayalım” diyorlardı. Zaman içinde patatese “Fukara ekmeği” adı bile verildi. Ama onun, zengin fakir bütün sofralarda baş tacı edileceği günler çok uzakta değildi.
FRANSA’DA PATATES İHTİLALİ
PATATESİN dünyaca meşhur Fransız mutfağına girmesi oldukça zor bir süreçtir. 1616 yılında zamanın kralının sofrasına konan patates, aslında en fakir köylülerin bile ellerinin altında bulunuyordu.
İlk zamanlar, halk arasında bu gariban nebatın, uğursuz ve zehirli olduğuna dair tuhaf bir söylenti çıkıverdi. Biçare patatese atılan bu haksız iftiranın onun üzerinden temizlenmesi ise, çok zaman aldı. Üstelik, halkın büyük bir çoğunluğu karnını zor doyururken, patatese karşı sürdürülen bu haksız inat, anlaşılır gibi değildi.
Parmentier adındaki hamiyetfuruş bir kimyager, bu işe bir son vermenin vaktinin çoktan geldiğinin farkındaydı. Oturdu ve patates hakkında krala uzun bir mektup yazdı. Mektubunda özetle şunları söylüyordu:
“Patates aslında bir tür ekmektir. Ama ne değirmenciye, ne de fırıncıya ihtiyaç bırakmayan bir ekmektir. Onu alın, suda haşlayın ya da közde pişirin yeter! Memleketimizde patates ekecek arazi çoktur. Şu sıralar halkı kırıp geçiren kıtlıktan kurtulmaklığımızın yegane çaresi bu patates nimetine sahip çıkmaktır!”
Parmentier’in bu fikirleri kralın çok hoşuna gitti. Çünkü halkın karnını ucuz yoldan doyurmanın bir yolunu bulmak en büyük derdi idi. Ekmek yoksa, patates yesinlerdi! Ancak halkın patatesi sevmesi için biraz daha çaba gerekiyordu.
Kral, millî bayramlarda eline patates çiçeklerinden bir buket alıyor ve onu halkın gözüne gözüne sokuyordu. Paris’in yapma çiçekçileri, patates çiçeklerinden süsler hazırlıyordu. Her yerde bir patates çiçeği rüzgârı esmeye başladı. Zenginler, seralarına patates ekerek, kralın gözüne girmeye çalışıyorlardı.
Ancak, üst tabakanın patatese karşı gösterdiği bu ilgi, aşağılara yansımadı. Kral tarafından emir ile ekilen patatesler, halk tarafından hayvanlara yedirildi ve çöplere atıldı. Halk, patatesi ısrarla red ediyordu.
Parmentier, bu işin böyle olmayacağını anlayınca kolları sıvadı. Paris civarında bir tarla satın alarak patates ekti. Ancak ektiği patatesleri kimse satın almadı. Halk, domuzların bile nazlanarak yediği bu patatesi hâlâ istemiyordu.
Ancak Parmentier, kolay vazgeçecek bir adam değildi. Satın aldığı arazisine tekrar patates ekti. Fakat tarlanın etrafını tellerle çevirdi. Bu da yetmezmiş gibi; silahlı külahlı nöbetçiler tuttu ve her tarafa onlardan dikti. Bu adamlar gündüzleri tarlada kuş uçurtmuyorlardı. Kaza ile çitten içeriye girenler cezalandırılıyor, kimse tarlanın civarına yaklaştırılmıyordu. Halk, bu “yasak meyveye” karşı birden bire ilgi duymaya başladı. Geceleri gizlice tarlaya girip, patates çalıyorlardı. Parmentier, nöbetçilere emir vermişti. Gece tarlaya girenlere kimse dokunmadı. Gariban köylüler, yata sürüne tarlaya giriyor, sonra da kucaklarında patateslerle sevine sevine fakirhanelerine koşuyorlardı. Elbette bunca zorlukla elde edilen patatesler, çöpe atılacak yahut ineklere yedirilecek değildi. Pişirildi ve sofranın baş köşesine kondu. Parmentier’in kurnaz plânı bu sefer işe yaradı. Halk patatesi böylece tanıyıp sevmeye başladı.
İşte bundan sonra patates, bütün bir Avrupada yaygınlaşmaya başladı. Ve Avrupalı istilacıların acımasızca soylarını tükettiği Amerikan yerlilerinin ‘kutsal’ patatesi, çok büyük kıtlık zamanlarında Avrupalıların imdadına yetişen aziz bir nimet oldu.
PATATESTE NE VAR, NE YOK?
PATATES mütevazi bir sebzedir. Bir kere toprak altında sessiz sedasız büyümesiyle, mütevaziliği ortadadır. Bütün zamanların en ucuz yiyeceği olması açısında da patates mütevazidir. Sadece görünüşüne bakanları, aldatır patates. Çünkü hiç de alımlı bir hali yoktur. Ne mor patlıcan gibi kendinden emin bir duruşu vardır, ne kabarıp lahanalar gibi şişinir. Kendisi gibi toprağın altında göğeren havuç kadar çarpıcı bir rengi de yoktur biçare patatesin.
Patates mütevazi bir nimettir. Ama bugün dünyada milyarlarca insan karnını patatesle doyurur. Patates, kıtlık ve açlık zamanlarının vazgeçilmez yiyeceğidir.
Bu ucuz, kolay yetişen mütevazi nimetin faydaları da çoktur. Sadece karın doyurmaktan öteye, insan vücuduna hatırı sayılır oranda yararlıdır.
Önemli bir nişasta kaynağı olan patates, aynı zamanda yüksek miktarda protein içerir. Üstelik patatesteki proteinin içerdiği aminoasitler, beslenme açısından son derece önemlidir. Bu aminoasitlerin neredeyse tamamı, bebek mamalarında kullanılır ve ilaç sanayiinin vazgeçilmezlerindendir. Patatasteki proteinin %71’inden faydalanılabilir.
Patates C vitamini açısından da önemli bir kaynaktır. Ayrıca, Karbonhidrat, B vitamini, Kalsiyum, Demir, Potasyum ve Bakır bakımdan da zengindir.
%20’si Karbonhidrat olan patates,—reklamdaki teyze’nin tavsiye ettiği gibi yağda kızartılmış cips olarak yemediğiniz sürece!—kolestrol içermez. Son olarak 100 gr. patates 40 kalori içerir.
GELELİM PATATESİN FAYDALARINA
BÖYLE zengin bir gıda deposu olarak yaratılan patatesin acaba sağlığımıza ne gibi faydaları vardır. Şimdi ona bir bakalım:
Yüksek tansiyonu, kalp krizini, damar tıkanıklığını önleyici etkisi vardır.
Kansere karşı da etkilidir. Böbrek sorunlarında yardımcı olur. Sağlıklı kilo verdirtir. Şeker hastalarında oluşan görme bozukluklarına iyi gelir. Astım, eklem romatizmaları ve alerjide de etkilidir.
Yorgunluğu giderir. Damarlara esneklik verir, dolaşımı rahatlatır. Ağızdaki mikropları öldürür.
Kızartma yerine közde pişirilen, üzerine tuz ekelemek yerine limon sıkılarak yenilen iki patates, sağlıklı bir öğle yemeğidir.
Gördüğünüz gibi patatesin küçümsencek bir yanı yoktur. Onu mütevazi yaratılışına bakıp, hakir görmeyin. Allah’ın bütün nimetleri gibi, patates de, altından daha değerlidir.
Kaynaklar:
1- http://www.tarihteneski. com/patatesin-tarihi

Hiç yorum yok: